Başlangıcından günümüze Ukrayna Savaşı’nın aşamaları (2. bölüm)

Sevgili okurlar, yazımızın bu bölümüne başlarken, konuyla ilgili daha önceki iki makalemizi de okumanızı öneririm.

Rusya lideri Vladimir Putin, savaşın, daha önceki yazımızda bahsetmiş olduğumuz ikinci aşamasında Donbass’ı tam anlamıyla kontrol altına aldığını göstermek maksadıyla, devlet başkan yardımcısı Sergey Kiriyenko ve iktidardaki Birleşik Rusya Partisi’nin genel konsey sekreteri ve aynı zamanda Rusya Federasyonu Konseyi başkan yardımcılığı görevini yürüten Andrey Turçak’ı bölgeye gönderdi. Bunlar 5 Mayıs 2022 tarihinde, Donetsk Halk Cumhuriyeti (HC) lideri Denis Puşilin’i ziyaret ettiler. 

Bu savaş, Donbass halkı için şüphesiz ki çok önemliydi ve adeta “8 yıllık savaşı bitiren bir savaş” olarak görülüyordu. O kadar kutsanıyordu ki, Donbass’ta savaşan askerlerden oluşan bir grup, 9 Mayıs Zafer Günü kutlamaları için, Kızıl Meydan’daki törenlere en gözde birlik olarak katıldılar.

Bu aşamada savaşın cephelerinde radikal bir değişiklik olması ihtimali ortaya çıktı. Rusya’ya karşı Ukrayna birliklerinin girişimiyle Moldova-Transdinyester yönünden bir cephe daha açılmak istendi. Nitekim 11 Mayıs 2022 tarihinde, bu bölgede bir hareketlenme oldu. Ancak bunun devamı gelmedi.

Ruslar ise cephede o sırada, Mariupol üzerinden Donbass ile Kırım arasında bir ‘kara köprüsü’ kurmaya çalışıyorlardı. Putin için bu son girişimin başarılı olması, zaferi adeta perçinleyecekti. Rusya’nın artık, doğal olarak Kiev şehrinde ya da bir başka noktada herhangi bir zafer beklentisi yoktu. Moskova tamamen Donbass ile Kırım arasındaki bağlantının kesintisiz şekilde kurulması üzerine odaklanmıştı.

Öte yandan barış girişimleri de tamamen göz ardı edilmiş değildi. Örneğin, İtalya’nın 23 Mayıs 2022 tarihinde taraflara BM-Genel Sekreterliği nezdinde bir ‘barış planı’ sunduğu bilinmektedir. Bu plan, bir grup ülkenin garantörlüğünde, “tarafsız bir Ukrayna” kurulması tezine dayanıyordu. Planda Kırım ve Donbass’a Ukrayna’nın içinde kalmaları kaydıyla tam bir “özerk statü” verilmesi öngörülmüştü. Rusya, bu planın devreye girmesiyle birlikte, Avrupa ile çok taraflı bir barış antlaşması imzalayacak; Rus birlikleri aşamalı olarak Ukrayna topraklarından çekilecek ve Batının Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar da tümden kaldırılacaktı. Ama maalesef bu doğrultuda herhangi bir ilerleme olmadı. Rusya kendi hedeflerine göre davranmaya devam etti. Hatta Putin, dönemin İngiliz başbakanı Boris Johnson’a (27 Mayıs 2022) “Donbass bölgesinde yavaş ama somut bir şekilde ilerliyoruz” demişti. Nitekim Ruslar, bu aşamada Donbass cephesinde bir takım taktik başarılar gösterdiler. Bunlar karşısında Zelenski de, hemen Rusya ile müzakereleri yeniden başlatmak zorunda olduklarını deklere eden bir açıklama (27 Mayıs 2022) yaptı.

Operasyon başlayalı tam 100 gün geçmişti ve Ruslar, Lugansk’ın neredeyse yüzde 90’ını ele geçirmişlerdi. 

Bu aşamada Amerikan başkanı Biden da, daha fazla bir Rus ilerlemesine engel olmak için barış sağlanmasının şart olduğunu vurgulayan konuşmalar yaptı ve “Savaşı bitirmek için, üzerinde müzakere edilmiş bir anlaşma gerekiyor” (4 Haziran 2022) dedi. Hatta ona göre, savaşı sonlandırmak amacıyla, Rusya’ya bir miktar toprak bile verilebilirdi. 

Batılı ülkeler bu ihtimallerden bahsededursunlar, Türkiye, başarılı bir arabuluculuk teşebbüsünde bulunarak, 6 Haziran 2022 tarihinde üç taraf arasındaki Tahıl Koridoru Anlaşması’nın imzalanmasına vesile oldu. Koridorun tam yol haritası ise, Lavrov’un Türkiye’ye gelmesiyle belirginleştirilecekti. Nitekim Türkiye’de yapılan koridor görüşmelerine, BM temsilcisi Martin Griffiths de katıldı. Neticede Rusya, Ukrayna ve Türkiye üçlüsü, BM’nin gözetiminde işletilecek olan bu tahıl koridorunu yönetecek bir komuta merkezini İstanbul’da oluşturmayı kabul ettiler. Rus tarafı da, devam eden savaşa rağmen, Ukrayna’nın tahıl ihracatını engellememe sözü verdi. Nitekim savaş dolayısıyla 22.5 milyon ton tahıl, Ukrayna limanlarındaki depolarda mahsur kalmış vaziyetteydi. Ulaşılan anlaşma uyarınca, Türk donanması, koridorun işletilebilmesi için, bilhassa Donbass limanında gerekli mayın temizliğini yapacaktı. 

Öte taraftan, savaşın gidişatı açısından, 8 Haziran’da (2022) önemli bir merhaleye daha ulaşıldı ve Donbass toprakları büyük ölçüde Rusların eline geçti. Bölgede ağır kayıplar veren Ukraynalı Neo-Nazi gruplar, cephede tutunamayıp geri çekilmeye başladılar. Rus yetkililer ise artık “Donbass’ın kurtarılmasıyla” birlikte, “statü meselesinin” (Donbass ve Kırım için) tartışmaya kapatıldığını duyurdular. Ancak Ukrayna güçleri, Herson ve Zaporijya’da halen direnç göstermeye devam ediyordu. Ukrayna’nın bu direncinden dolayı Ruslar, adı geçen bu son 2 yer için de asla müzakere ve anlaşma yapılmayacağını deklere ettiler. Rus birlikleri de zaten, hedeflenen topraklar istikametinde ilerlemeye devam ediyordu.

Ukrayna ise, bu sırada oldukça zor durumda olduğu için, Batıdan yoğun silah taleplerini sürdürüyordu. Nitekim bu aşamada Ukrayna’ya Batılılar tarafından ilk kez HIMARS’lar (yüksek hareketli çok odaklı topçu roket sistemleri) gönderildi. Bunun üzerine Rusya da taktik değiştirerek, tekrar uzun menzilli füzelerini devreye soktu.

Rus ilerleyişi, 16 Haziran itibarıyla, Donbass’taki Sveredonetsk kentinin yaklaşık 4’te 3’ünün ele geçirilmesiyle devam etti. 

Bu gergin ortamda 28-30 Haziran tarihleri arasında (2022), NATO’nun Madrid Zirvesi yapıldı. Zirvede NATO’nun dünya çapında (360 derecelik) Yeni Stratejik Konsepti kabul edildi. Konsept’te Rusya, “Avrupa-Atlantik güvenliğine en büyük ve doğrudan tehdit” olarak betimlendi. Hâlbuki hatırlanırsa, NATO, 2010’daki stratejik konseptinde Rusya’yı “potansiyel ortak” olarak tanımlamıştı. 12 sene zarfında Batının Rusya’ya bakışı müthiş derecede değişmişti. Bu yeni konseptin Türk dış politikasını zorlayacağı ise aşikârdı. Savaş da tüm hızıyla devam ediyordu. Gelinen bu aşamada, bilhassa 3 Ukrayna kenti, yoğun çatışmalara sahne olmaktaydı: Sloviansk, Kramatorsk ve Avdiivka. Bilhassa da sonuncusu çok önemliydi. Şehir merkezi hâlâ Ukrayna güçlerinin elindeydi ve Temmuz ayından (2022) itibaren, Donbass’taki sivil halka yönelik 300 ilâ 400 kilometre menzili HIMARS sistemleriyle hava saldırılarının çoğu buradan yapıldı. Rusya bir taraftan da, Sveredonetsk kentine (24 Temmuz itibarıyla) çok yoğun bir bombardıman saldırısı başlattı. 31 Temmuz itibarıyla da, Lugansk’ın tamamı Rusların eline geçti. Hemen ardından, Zelenski yönetimi, Donetsk’i tahliye etme kararı almak zorunda kaldı. Şehirde o dönemde 200.000 ilâ 220.000 Ukraynalının yaşadığı tahmin ediliyordu. Hatta 1 Ağustos’ta Ukrayna yönetimi, bölgeyi terk etmeleri için halkın zararlarını tazmin etmeyi bile önerdi. Buna rağmen halktan birçoğu bölgelerini terk etmek istemediler. 

Ukrayna bu zor şartlar altında, 31 Temmuz günü, Kırım-Sivastopol deniz üssüne bir SİHA saldırısı yaparak cevap vermeye çalıştı. Ancak savaşın gidişatı değişmedi. Lugansk artık Rusların eline geçmişti. Hatta Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı (eski başkan) Dmitri Medvedev, yanında kalabalık bir heyet olduğu halde, 12 Ağustos günü Lugansk’a gitti. Durumu yerinde görerek, bölgenin toplumsal ve ekonomik kalkınması için yapılması gerekenler hakkında bir rapor hazırladı ve bunu Putin’e sundu. 

Rusya, Donbass ağırlıklı olmak üzere, eşzamanlı olarak, Mıkolayiv ve Harkov üzerinde de yoğunlaştı. Fakat Rus birliklerinin hedefi, artık 2022 yılının yaz mevsimi sonuna kadar Bahmut (Artemovsk), Avdiivka ve Slaviansk şehirlerini ele geçirmekti. 

Ukrayna topçu birlikleri ise bu aşamada bazı tehlikeli girişimlerde bulundular. Örneğin, 15 Ağustos’ta Avrupa’nın en büyük nükleer santraline ev sahipliği yapan Zaporijya’yı hedef aldılar. Ukrayna yönetimi ise, bu saldırıyı Rus topçularının gerçekleştirdiği propagandasını yaymaya devam etti.

Ukrayna bu aşamada çok zor durumda kaldığı için olsa gerek, bazı teröristik metotlara da tevessül etmeye başlamıştı. Nitekim Avrasyacılık düşüncesinin ünlü ideoloğu olan Aleksandr Dugin’in kızı Darya Dugina’ya, katıldığı bir festivalden Moskova’ya dönerken, 21 Ağustos günü bir suikast düzenlendi. Darya, olayda hayatını kaybetti. Olay, Rusya ve dünya çapında büyük sansasyon yarattı. Rusya’ya göre, bunlar Ukraynalı Neo-Nazilerin uyguladıkları terörist metotlardı. Moskova yönetimi, Medvedev’in dilinden (27 Ağustos 2022), Ukrayna operasyonunun amacını kendileri açısından net olarak yeniden açıklamak durumunda kaldı. Medvedev’in ifadesi, “Amacımız Kiev’e girmek değil ama Ukrayna’yı Nazilerden arındırmaktır. Bunu yapıncaya kadar savaşa devam edeceğiz” şeklindeydi. Yani Kremlin, henüz hiçbir güç zafiyeti göstermeden, “hibrit nitelikleri de olan savaşına” devam ediyordu. Bu tespit, Alman Federal İstihbarat Servisi-BND’nin başkanı Bruno Kahl’a aittir (5 Eylül 2022). Dolayısıyla Moskova, konvansiyonel yöntemlerin yanında, Ukrayna’ya yönelik siber saldırılar ve dezenformasyonu da başarıyla kullanmayı sürdürdü. 

2022 yılının sonbahar mevsimine girildiğinde, savaşta önemli bir merhaleye daha ulaşıldı. Donetsk ve Lugansk, 20 Eylül’de yaptıkları peş peşe açıklamalarla, “Rusya’ya bağlanma referandumları” düzenlemeye karar verdiler. Referandumların yapılacağı tarih aralığı ise, 23-27 Eylül arası olarak belirlendi. Bu hususta her iki ayrılıkçı cumhuriyetin halk konseyleri ayrı ayrı açıklamalar yaptılar. Bunun üzerine Herson ve Zaporijya bölgesel yönetimleri de aynı tarihler arasında kendilerinin de referandum yapacaklarını bildirdiler. Rus dışişleri bakanı Sergey Lavrov, bunun üzerine şu değerlendirmede bulunmuştur (20 Eylül 2022): “Özel askerî operasyonun en başından itibaren, halkların kendi kaderlerine karar vermeleri gerektiğini söyledik. Mevcut durum, bu halkların kendi kaderlerinin efendisi olmak istediklerini doğruluyor”. 21 Eylül 2022 tarihinde ise Putin, operasyonda resmen “üçüncü aşamaya” geçildiğini açıkladı. Rus lider, yaptığı Ulusa Sesleniş Konuşması’nda, kendilerini artık bu toprakların yeni sahibi olarak gördüklerini açıkça ilan etti ve kısmî seferberlik kararnamesini imzaladı. Böylece 300 bin yedek asker, cephede görev almak üzere çağırıldı. Burada artık hedef, “Donbass’ın tümüyle kurtarılmasıydı”. Donbass, Herson ve Zaporijya bir kere Rusya’ya katılma kararı aldıklarında, artık bu bölgeler her şekilde desteklenecekti. Hatta gerektiğinde, bunları korumak için nükleer silahların bile kullanılabilme ihtimali ortaya çıkabilirdi. 

Bu esnada, Lugansk tamamen; Herson ve Zaporijya ise büyük ölçüde Rusların kontrolüne geçmişti. Donetsk’te ise çatışmalar halen tüm hızıyla sürüyordu.

Batı dünyası, tabii ki, yapılacak bu referandumları tanımayacağını açıkladı. 

Ukrayna yönetimi ise, bu üçüncü aşamadan itibaren, Rusya’ya karşı terör yöntemlerini daha da fazla kullanmaya başladı. Nitekim Rusya’nın Belgorod ve Kursk bölgelerine Batıdan tedarik edilen silahlarla bazı terörist saldırılar yapıldı. Rusya’ya Zaporijya nükleer santrali üzerinden de şantaj yapılmaya çalışıldı. Bu durumda Putin ise (21 Eylül’de) şöyle bir tepki gösterdi: “Eğer ülkemizin toprak bütünlüğü tehdit edilirse, […] elimizin altındaki bütün silahları kullanmaktan çekinmeyiz.”

Türkiye bütün bu gelişmelere karşın, taraflar arasında arabuluculuk girişimlerinde bulunmaktan vazgeçmedi. Bilhassa MİT, Rusya ve Ukrayna arasındaki esir takası sürecinde (22 Eylül) aracılık yaptı. Esir takasının müzakereleri zaten tam 3 buçuk aydır devam ediyordu. Son 15 isim üzerinde, taraflar henüz anlaşma sağlayamamışlardı. Nihayet, “üzerinde anlaşılamayanlar listesi”, en son 5 kişiye kadar düşürülebildi ve Azak Taburu mensubu bu 5 komutan da dâhil olmak üzere, 215 esirin takası Türkiye üzerinden gerçekleştirildi. Rusya açısından son derece tehlikeli görülen bu 5 komutan ise, savaşın sonuna kadar İstanbul’da kalacaklardı. Ukraynalı esirlerin 108 tanesi zaten Azak Taburu savaşçısıydılar. 

Öte yandan Rus dışişleri bakanı Lavrov, 23 Eylül günü yaptığı bir açıklamada, Ukrayna’nın, yasaklı statüde bulunan “PFM-1 petal mayınlarını”, Temmuz ayı sonundan itibaren Donetsk’in merkezine ve taşra bölgelerine yerleştirmeye devam ettiğini duyurdu. Dolayısıyla ona göre, Ukrayna açıkça ‘savaş suçu’ işliyordu. 

Bu arada Türkiye adına İbrahim Kalın da, 24 Eylül günü yaptığı açıklamada, işgal edilmiş Ukrayna topraklarında düzenlenecek olan referandumlara top yekûn karşı olduklarını duyurdu. Ancak bu tutum, Rusya’nın kararına herhangi bir şekilde etki etmedi ve nihayet referandum süreci tamamlandı. Referandumdan, Donetsk HC’nde %99.23, Lugansk HC’nde %98.42, Herson bölgesinde %87.05 ve Zaporijya bölgesinde ise %93.11 olmak üzere, Rusya Federasyonu’na katılım kararları çıktı. Bu bölgelerde sandığa gitme oranları da (en düşüğü %78.8 ile Herson, en yükseği ise %97.51 ile Donetsk olmak üzere) yüksek seviyede olmuştur. 

Şimdi bu 4 bölgenin liderleri, yasal sürecin tamamlanması için Moskova’ya gideceklerdi. Bu süreç de planlandı. En nihayetinde, Rusya Federasyon Konseyi, bu katılım konusunu 4 Ekim’de yapacağı olağan toplantısında ele alıp, net bir karara bağlayacaktı. Ancak bundan evvel de, prosedür gereği, 30 Eylül günü, başkan Putin, birleşme anlaşmalarını imzaladı ve böylece bölgede yaşayan insanlar, aynı anda “Rusya vatandaşı” haline geldiler. Bu anlaşmaların imzası için, Donetsk HC’nin lideri Denis Puşilin, Lugansk HC’nin lideri Leonid Paseçnik, Herson bölgesinin lideri Vladimir Saldo ve Zaporijya bölgesinin lideri Yevgeniy Balitskiy Moskova’ya davet edildiler. Böylelikle Rusya Federasyonu, bu 4 yeni birimi de kendi topraklarına katmış oldu. Yani işin esası; NATO örgütü Ukrayna üzerinden doğuya doğru genişlemeye çalıştıkça, Rusya da yine Ukrayna toprakları üzerinden eski Sovyet bölgelerine doğru genişleme sürecini devam ettirdi. 

Ukrayna Savaşı’nda artık yeni bir aşamaya (üçüncü aşamaya) geçiliyordu. Rusya bu 4 bölgeyi kendi ülke toprakları ve buradaki insanları ise kendi vatandaşları olarak benimsedi. Bu şekilde, Kırım’dan sonra, Ukrayna topraklarının %15’i Rusya tarafından işgal ve ilhak edilmiş oldu. Bunların korunması için artık elden gelen her şey yapılacaktı ve tamamen bu yeni Rus topraklarının (“Novo Rusya”) savunulması üzerine odaklanılacaktı. Dolayısıyla Rusya, hemen 8-9 Ekim tarihlerinde, bu 4 bölgenin tümünü tek bir komutanlık olarak “Birleşik Askerî Kuvvetler Komutanlığı” çatısı altında birleştirdi. Başına da efsanevi kumandan, General Sergey Surovikin’i atadı. Surovikin, 2017’den beri Rus hava kuvvetleri bünyesinde Suriye’deki operasyonların başındaydı. Buradaki başarılarından ötürü, “Rusya’nın Kahramanı Madalyası” ile ödüllendirilmişti. Bilhassa Halep’teki yöntemlerinden ötürü askerî çevrelerde “General Armageddon” (ya da “General Kıyamet”) olarak ün salmıştı. Suriye’den sonra ise, bu yeni görevine kadar, Donbass bölgesindeki güçlerin ‘güney grubuna’ komuta ediyordu. Hatta Haziran 2022’de Lugansk’ta büyük bir Ukrayna birliğinin bertaraf edilmesinde önemli başarı göstermişti. 

Ukrayna ise, artık, savaşın bu yeni aşamasında Rusya’ya karşı daha teröristik yöntemlerle nokta operasyonları yapmaya başladı. Örneğin 8 Ekim 2022 günü, Kırım’daki Kerç Köprüsü’ne ciddi hasar veren bir saldırı gerçekleştirildi. Rusya Güvenlik Konseyi başkan yardımcısı Dmitri Medvedev, bu saldırıyla ilgili olarak Ukrayna istihbaratını ve Ukraynalı Nazi gruplarını hedef gösterdi. Bu aşamada Rusya’nın Kursk’taki nükleer güç santraline karşı da, 3 saldırı teşebbüsü oldu. Başkan Putin, Türk Akımı Boru Hattı’na da bir saldırı girişimi olduğunu, ancak bunun son anda engellendiğini açıkladı. ABD ve Ukrayna zaten 28 Kasım 2018’de Türk Akımı projesinin sabote edilmesi amacını da içeren bir ‘stratejik ortaklık anlaşması’ yapmışlardı. Dolayısıyla Atlantik güçleri, tıpkı Kuzey Akım-2 için olduğu gibi, Türk Akımı sürecini de baltalamaya çalışıyorlardı. Rus otoriteleri bu sabotajlarla ilgili olarak hep “NATO bombalarından” şüphelendiler. Kerç Köprüsü hadisesinin şöyle bir önemi de bulunuyordu: ‘bu, savaş boyunca o zamana kadar Rus topraklarına yapılan ilk doğrudan saldırıydı’.

Rusya, bu aşamada, Ukrayna topraklarına uzun menzilli füzeler göndererek karşılık verdi. Ukrayna ise, bu noktada Belarus’ta yeni bir cephe açarak, Rusya’nın konsantrasyonunu dağıtma teşebbüsünde bulundu. Ukrayna’nın Belarus’a saldırı planı, 10 Ekim günü, Belarus lideri Aleksandr Lukaşenko tarafından ifşa edildi. 

Bütün bu gelişmeler ise, akıllara şu soruyu getirdi: ‘acaba Rusya, bir takım terör eylemlerine karşı ‘kısmî bir savaş’ aşamasına mı geçiyordu?’ (O zamana dek “özel operasyon” olarak tanımladığı halde…) Nitekim Rus güçleri, bu yeni aşamada Rusya topraklarına yapılan pek çok saldırıyı (Kupyansk, Krasnıy Limanı, Zaporijya, Mıkolayiv, Kriviy Rig gibi) başarıyla geri püskürttüler. Ardından Ukrayna silahlı güçleri, Zaporijya’nın Tokmak kentindeki tahıl depolarını, ABD’den aldıkları HIMARS sistemlerini kullanarak vurdular. Bu durumda Putin de, 13 Ekim günü yaptığı konuşmasında, “Tahıl Anlaşması’nın uygulanmasından memnun olmadıklarını” açıkladı. Çünkü ona göre, “Tahılın sadece çok az bir kısmı (yüzde 12-13 kadarı) en fakir ülkelere gidiyordu.” İstanbul Anlaşması kapsamında Ukrayna tahılını alan ülkeler ise, Erdoğan’a minnet duymalıydılar. Bunlar, Putin’in ağzından çıkan ifadelerdi. 

Bütün bu gelişmeler cereyan ederken, Ukrayna Temas Grubu (NATO müttefikleri başta olmak üzere 50 ülkenin katılımıyla) 13 Ekim günü toplanarak, Ukrayna’ya daha fazla hava savunma sistemi verilmesine dair bir karar ihdas etti. Ama bu durumda Rusya’nın da nükleer silah kullanma riski ortaya çıkabilirdi. Nitekim AB Komisyonu sözcüsü bu tehlikeden açıkça bahsetmiştir.

Rusya lideri Putin bu aşamada her şeyin yolunda gittiğini ve kendilerince en doğru buldukları şeyleri yaptıklarını düşünerek, daha geniş kapsamlı bir seferberlik (tam seferberlik) çağrısı yapmaya gerek duymadı. Çünkü Ruslar, kendilerini zafere oldukça yakın hissediyorlardı. NATO ise, olaya sıfır toplamlı bakıyor ve Rusya’nın olası bir zaferinin, kendi yenilgisi olacağını telâkki ediyordu. Nitekim ittifakın genel sekreteri Jens Stoltenberg, 17 Ekim’deki konuşmasında bunu açıkça ifade etmiştir. (devam edecek)

Exit mobile version