2023 yılının başlarında, Ukrayna Savaşı’nın tarafları, Donetsk’e bağlı Bahmut’ta (Artyomovsk) yoğun çatışmalar içine girdiler. Kiev yönetimi, ABD’den temin ettiği HIMARS sistemlerini (4 füze atmak suretiyle) 3 Ocak 2023’te, yine Donetsk bölgesine bağlı Makiivka kentindeki hedeflerin (Rus güçlerininbarınma alanlarının) imhasında kullandı. Bu büyük saldırıda 63 Rus askeri hayatını kaybetti. Dolayısıyla 3 Ocak günü, cephede Rusya açısından oldukça büyük bir trajedi yaşandı. Hemen bir gün sonrasında ise, Ukrayna güçlerinin Zaporijya bölgesindeki Dorojnyanka yerleşim birimine yönelik düzenlemek istediği benzer bir saldırı, Rus güvenlik birimleri tarafından engellendi.
Cephe hattında olumsuz gelişmeler yaşayan Rusya, yine de Moskova’daki Ortodoks Kilisesi Patriği Kirill’in (Vladimir Gundyayev) çağrısına uyarak, 6 Ocak günü için (6 Ocak “Ortodoks Noeli” gereğince) 36 saatlik bir “Noel Ateşkesi” uygulamayı kabul etti. Fakat Zelenski yönetimi, bu çağrıyı “askerî bir hile” olarak gördüğü için, ateşkese uymadı. Bunun üzerine Ruslar, Noel’de bile, Ukrayna’ya topçu ateşiyle saldırmaya devam ettiler.
Savaşan taraflar arasında yine de her konuda uyumsuzluk yoktu. Bu noktada yeri gelmişken, savaşın oldukça ironik bir yüzünden bahsetmek gerekir. Taraflar arasında uyum sağlanan bir konu, enerji akışının devamlılığı mevzuu idi. Nitekim Ukrayna, savaş koşulları altında bile, kendi topraklarından akmaya devam eden Rus gazı için, Moskova’dan komisyon ücreti almayı sürdürdü.
2023 yılına girilirken, savaş, Rusya açısından hâlâ sürdürülebilir görünüyordu. Putin, savaşı, her türlü olumsuzluğu göğüsleyerek devam ettirmeye kararlıydı ve savaşın ağırlığını bu aşamada bilhassa “Güney Askerî Bölge Komutanlığı” sahasına verdi. Batı ise Ukrayna’ya daha fazla silah ve cephane göndermek zorunda kaldı. Nitekim Amerikalı 2 eski bakan (Condoleezza Rice ve Robert Gates), The Washington Post için ortaklaşa kaleme aldıkları bir makalede (“Zaman, Ukrayna’da Yanımızda Değil”, 7 Ocak 2023) özetle şu tespitte bulundular: “Ukrayna’da savaş uzadıkça Batı açısından bir mağlubiyet kesin gibi görünüyor. Ukrayna hâlihazırda tamamen Batının yardımlarına muhtaç, çökmüşbir ülke haline gelmiştir. Ancak bu gerçeğe rağmen, Ukrayna’ya silah yığılması yine de bir zarurettir. Zira Rusya ancak bu şekilde caydırılabilecektir.”
ABD yönetimi, bu tavsiye doğrultusunda, 2023 savunma bütçesinden, Ukrayna’ya 46 milyar dolar tahsis etti ve savaşı idame ettirme niyetini gösterdi. Öte yandan, savaşın uzamasının ABD için temelde 3 yararının olabileceği bile tartışıldı. Bunlar şöyle ifade edilebilir: Amerikan silah endüstrisinin canlı tutulması faydası (nitekim ABD, kendi silah stoklarından süresi dolanları Ukrayna’ya göndererek eritiyordu), ekonomik sirkülasyona katılamayan kara paraların aklanabilmesi (Ramazan Kadirov’un iddia ettiği üzere) ve Rusya’nın yıpratılması.
Bu koşullar altında ABD’nin Patriot füze savunma sistemlerinin Ukrayna’ya verilmesi de kabul edildi. 11 Ocak tarihinden itibaren Ukraynalı askerlere bu hususta eğitim verilmeye başlandı. Ancak tabii ki, bu sistemlerin fiilen işletilebilmesi için bir müddet daha geçmesi gerekiyordu.
Ukrayna tarafı, Batının desteğinden mahrum kalmamak için, savaşta elinden geleni fazlasıyla yapıyordu. Nitekim Ukrayna Savunma Bakanı Oleksiy Reznikov’un (8 Ocak 2023), “Ukrayna, medeniyetin kalkanıdır ve bu haliyle tüm medeni dünyayı savunmaktadır” sözleri, oldukça çarpıcı idi.
Rusya Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Nikolay Patruşev’e göre ise (10 Ocak), “Rusya, esasında kardeş ülke Ukrayna ile değil, fiilen Batı ile savaşmakta” idi. Savaşa rağmen, pek çok Rus’un gözünde Ukrayna, Rusya’nın “Slav kardeşiydi”. Tarafların karşılıklı iletişimi de zaten hiçbir zaman tam olarak kopmadı. Nitekim doğrudan ikili temaslar neticesinde, 9 Ocak 2023 tarihinde Rusya ve Ukrayna
arasında, karşılıklı olarak 50’şer esir askerin değişimi yapıldı.
Biden’ın bu noktada en büyük başarısı, Rusya tehdidini kullanarak NATO’yu konsolide etmek ve Rusya’ya karşı bir uluslararası koalisyon kurmak oldu. Rus otoriteleri bu koalisyona genelde “Küresel Batı” olarak atıfta bulunmayı tercih ettiler. Dolayısıyla Ukrayna meselesi konusunda Amerikalılar ve Avrupalılar arasındaki uyum, giderek daha da belirginleşti. Nitekim Herson’un merkezi Ukrayna güçlerinin eline geçtikten hemen sonra, 11 Ocak günü Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock burayı ziyaret etti. Batıda hemen herkes Ukrayna’nın göz dolduran bu başarısını kutluyordu. Ukrayna güçlerinin başarısı şüphesiz ki çok önemsendi. Nitekim Amerikalı askerî uzmanlara göre (Financial Times, 11 Ocak 2023), Ukrayna’nın Rusya’ya karşı olası bir başarısı, Tayvan’ı da Çin karşısında cesaretlendirebilirdi. Anlaşılan Ukrayna’nın mücadelesi, dünya çapında bu gibi direniş hareketlerine örnek gösterilir oldu.
Ancak Macron farklı düşünüyordu. Ona göre (11 Ocak), “Ukrayna güçleri zafere henüz yakın bile değildi”. Her şey, göründüğünden çok daha yanıltıcıydı. Sebebi ise gayet açıktı: Rus paralı askerî gücü Wagner. Bu güç, Eylül 2022’de savaş sahasına indiğinden beri, dengeler Ukrayna’nın ve dolayısıyla Batının aleyhine değişmişti. Bu özel kuvvet, gerçekten de 12 Ocak günü çok önemli bir başarı göstererek, Donetsk Oblastı’nın Bahmut rayonuna bağlı stratejik bir nokta olan ve adını, barındırdığı tuz madenlerinden alan Soledar’ı ele geçirdi. Ruslar açısından cephede aylar sonra gelen bu ilk büyük başarı, savaşın olay örgüsü içinde, çok önemli bir dönüm noktası olarak kabul edildi. Nitekim Kremlin Sözcüsü Peskov’a göre de (12 Ocak), Rus birlikleri Soledar’da “devasa bir iş başarmışlardı”.
Dolayısıyla bu noktada savaşın yedinci aşamasına geçildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Savaş bundan sonra artık uzunca bir süre için Bahmut ve çevresi üzerinde yoğunlaşacaktı. Rusya bu aşamada, birincisinin ardından, Ukrayna’nın kurduğu ikinci savunma hattını da delmeyi başardı. Hatırlanırsa, Ukrayna, doğuda Rusya’ya karşı 3 ana savunma hattı oluşturmuştu ve Ruslar Temmuz 2022’de Lugansk’ı ele geçirerek bunlardan ilkini kırmışlardı. Şimdi de ikincisini delmeye çalışıyorlardı. Bahmut’un ele geçirilmesi halinde, Donetsk hattı, kuzey ve güney olarak ikiye bölünecekti. Bunun için Rus birlikleri, oldukça geniş bir operasyon sahasında çatışmayı göze aldılar. Ama Rusya açısından, yenibirliklerin sürekli olarak cepheye sevk edilmeleri ve Wagner’in desteği çok önemliydi.
Yani, Ukrayna’nın doğu cephesinde, her geçen gün çok daha zorlu bir savaşın cereyan etmekte olduğugörülüyordu. Nitekim Ukrayna ordusu, 2022 yılının ortalarında, Rus güçleri tarafından Popasna’dan (Sveredonetsk rayonuna bağlı yerleşim birimi) geri püskürtüldüğünden beri, Donetsk’e bağlı Bahmut ilçesini (rayonunu) çok güçlü bir tahkimat noktasına dönüştürmüştü. Ukraynalılar burası için, “Bahmut Kalesi” ibaresini kullanıyorlardı. Zelenski’nin kişisel itibarı ve halk nezdindeki popülaritesinindevamı da artık Bahmut savunmasıyla ölçülür hale gelmişti. Zira Bahmut’u koruyamayan bir komutan veya lider, halkını ve ordusunu Kırım ve Donbass’ın geri alınacağına asla inandıramazdı. Dolayısıyla Bahmut ve çevresindeki savaşlar, Ukrayna ve Rusya açısından tam bir kırılma noktası olarak görüldü.
Ama Ukrayna güçlerinin Soledar savunması kırılmıştı. Operasyon sırasında iyice göz doldurmaya başlayan Wagner güçleri, ilçede yaklaşık 500 Ukrayna askerini öldürdüler. Bunun üzerine, ABD HazineBakanlığı, 21 Ocak günü, Rus Wagner şirketini resmen “uluslararası suç örgütü” olarak tanımlayan birkarar aldı. Bu kararın gerekçesi olarak ise, Wagner’in Ukrayna savaşında sergilediği profilin yanı sıra, şirketin Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne silah sevkiyatı yaptığına dair uydu görüntüleri de kullanıldı. ABD hükümeti, bu görüntüleri tüm dünya ile paylaştı. Wagner’in bünyesinde o sırada, tahminlere göre, 10.000 sözleşmeli asker ve 40.000 de hüküm giymiş savaşçı, aktif olarak istihdam edilmiş vaziyetteydiler.
Ruslar, Soledar’ı ele geçirdikten sonra, kendileri açısından artık Bahmut’un merkezî bölgelerinin alınması veya Donetsk’e bağlı diğer önemli yerler olan Slavyansk ve Kramatorsk’a giden yolların
açılması işten bile değildi. Donestk HC’nin lideri Denis Puşilin’e göre de, bu aşamadan itibaren Ukrayna savunma hatları tamamen kırılabilirdi.
İşte savaşın bu önemli kırılma noktasında, Rusya çok dikkat çekici bir karar aldı. Ukrayna Savaşı’nın sevk ve yönetiminden sorumlu olan Birleşik Askerî Kuvvetler Komutanlığı’nın başına, 12 Ocak 2023 tarihi itibarıyla, Genelkurmay Başkanı Valeri Gerasimov getirildi. Bu yapının başındaki General Surovikin ise, onun yardımcılığı görevine atandı. Surovikin, aynı zamanda Rusya’nın Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı oldu. Gerasimov’un bu görevdeki diğer iki yardımcısı ise, Kara Kuvvetleri Komutanı Oleg Salyukov ile Genelkurmay Başkan Yardımcısı Alexey Kim oldular. Bu yeni atamalarla, Rusya’nın savaştaki hedefleri bir kez daha net olarak teyit edildi. Esasen Rusya’nın, ilk başta ortaya koyduğu hedeflerden herhangi bir sapma olduğu görülmedi.
Ukrayna ise, Batının yardımlarına daha fazla ihtiyaç duyar oldu ve Batılı ülkelerden 300 adet Leopard-2 tankı ile 600 adet zırhlı araç talep etti. Patriot füzelerine ilişkin talebini ise yineledi. Leopard’ların lisans sahibi olan Alman Hükümeti, bunları verme hususundaki tereddüdünü bir türlü aşamadı. Ama ilginç bir şey oldu. Herson’u ziyareti sırasında, Alman Dışişleri Bakanı Baerbock, Berlin’e danışmadan, Ukrayna’ya Leopard-2’leri gönderme sözü verdi. Bu durum, Alman hükümetini sıkıntıya soktu. Öyle ki,o zamana kadar Ukrayna’ya neredeyse sadece ‘askerî miğfer’ göndermekle yetinen Alman Savunma Bakanı Christine Lambrecht, 14 Ocak günü, üzerindeki artan siyasî baskılar sonucu istifa etmek zorunda kaldı. “Trafik Işığı” renklerinden müteşekkil Almanya koalisyon hükümetinin büyük ortağı olan SPD (kırmızılar), tankları göndermeye pek sıcak bakmıyordu. Diğer iki ortak olan Yeşiller ve FDP (sarılar) ise, muhalefetteki CDU gibi, bu angajmana çok daha olumlu yaklaştılar. Almanya’nın yeni Savunma Bakanı Boris Pistorius da, selefine nazaran, Almanya’nın Ukrayna’ya Leopard-2 tankları göndermesine ilişkin olumlu düşünceler içindeydi. Amerikan Savunma Bakanı Lloyd Austin de, Berlin ziyareti sırasında (19 Ocak) Alman hükümetini bu yönde teşvik etti. O sırada Almanya dâhil tüm Avrupa ülkelerinin elinde toplamda yaklaşık 2.000 adet Leopard-2 tankı bulunuyordu.
Öte taraftan Fransa Hükümeti de, kullanım eğitimlerinden sonraki 2 ay içinde, Ukrayna’ya belli sayıda “AMX-10 RC” tankını ve belki “Leclerc” tanklarını gönderme vaadinde bulundu. Konu, Ukrayna’nın ‘meşru müdafaa hakkının’ desteklenmesi olunca, İngiliz Hükümeti de, 14 adet “Challenger-2” tankını yollama kararı aldı. Fakat ABD, henüz “M-1 Abrams tanklarını” göndermeye 2 sebeple yanaşmıyordu:bunların yüksek seviyede yakıt tüketimi ve yüklü bakım masraflarının olması.
Kremlin sözcüsü Peskov ise, Batıyı tank sevkiyatının olası sonuçları konusunda uyarmaya devam etti. Zira ona göre, bu tür yardımların, savaşın uzaması ve Ukrayna halkının daha fazla zarar görmesi dışında bir sonucu olmayacaktı. Bu türden yardımlarla, Ukrayna Savaşı, gerçekten de yukarıya doğru bir sarmal şeklinde, tırmanış eğilimi gösterecekti. NATO ülkeleri ise, böylelikle savaşa giderek daha fazla angaje olmaktaydılar. Nitekim Almanya, tanklar konusundaki temkinli tutumunu sürdürürken; Polonya ve Finlandiya gibi ülkeler, ellerindeki Leopard-2 tanklarını Ukrayna’ya vermeye çok daha kararlıydılar. Ancak bu tankların lisans sahibi olan Almanya’nın onayı olmadan, bunları Ukrayna’ya gönderemiyorlardı. Dolayısıyla o sırada yaşanan bu tank meselesi, Avrupa açısından neredeyse bir kamusal sorun haline geldi ve Almanya bu hususta çok ağır bir uluslararası baskıya maruz kaldı. ABD de, elinden geldiğince, Almanya’yı tankları verme yönünde teşvik etmeye çalıştı.
Washington yönetimi o günlerde, Ukrayna’ya 2,5 milyar dolar tutarındaki ‘30. Yardım Paketi’ni onayladı. Bu pakette “Stryker” zırhlı personel taşıyıcıları yanında, “Bradley” zırhlı savaş araçlarının gönderilmesi başlıkları dikkat çekti.
Bu arada, Ukrayna’ya top mermisi tedarikinde de ciddi sıkıntılar yaşanıyordu. Nitekim Ukrayna’nın günde attığı yaklaşık 10 bine yakın top mermisi (Rusya’nın günlük ortalaması 20.000 top mermisi civarında iken), ABD’nin aylık üretiminin üçte ikisi kadardı. Aradaki açığı, yine aşırı üretime zorlanan
Alman “Rheinmetall” firmasının kapatması bekleniyordu. Ukrayna ise, tedarik sıkıntısını bir türlü gideremediği için, top atışlarını günlük 5.000 ile sınırlamak durumunda kaldı.
Bütün bu baskılara karşın, 21 Ocak günü Ramstein’da yapılan ve NATO savunma bakanlarının katıldığı Ukrayna Savunma Temas Grubu (Ramstein Formatı) toplantısında, Berlin yönetimi Leopard-2 tanklarının Ukrayna’ya göndermesini reddetti; diğer ülkelerin ellerindeki tankları göndermelerine de izin vermedi. Dolayısıyla, yapılan görüşmelerden bir sonuç çıkmadı. Toplantıya katılan Zelenski ise, Avrupalıları ikna edebilmek için, “Biz bu tankları kendimizi savunmak için istiyoruz; Rusya’ya saldırmak için değil” açıklamasını yaptı.
Scholz hükümetinin temel endişesi, bu tankların Ukrayna’da kullanılması suretiyle, NATO ittifakının Rusya’ya karşı savaşa katıldığı yönünde bir profil verilmesiydi. Alman şansölyesi, Rusya’ya karşı böyle bir imaj verilmesini istemiyordu. Alman Dışişleri Bakanı Baerbock ise, kendince şartları zorlamaya devam etti ve “Polonya, Leopard-2 tanklarını Ukrayna’ya sevk etmesi halinde, Almanya buna karşı çıkmayacak” sözleriyle (23 Ocak) Alman hükümetinin elini kolunu bağlayan bir açıklama yaptı. Yani savaş, Avrupa’daki tüm dengeleri trajik şekilde zorlamaya başladı.
Bu aşamada Polonya ise, Almanya’nın tam tersine, Ukrayna’nın yanında savaşa katılmanın kaçınılmaz olduğunu düşünüyordu. Nitekim Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, Almanya’nın olumsuz tavrını hedef alan şu sözleri söylemiştir (23 Ocak): “Ukrayna’da olanlara seyirci kalamayız. Almanya ileLeopard’lar konusunda anlaşma sağlayamazsak, modern tanklarının bir kısmını Ukrayna’ya bağışlamaya hazır ülkelerden oluşan küçük bir koalisyon kurmalıyız. Savaş burada ve hemen şimdi…” Polonyalı lider, Almanya’ya yönelik eleştirisini daha üst perdeden şöyle ifade etmiştir: “Berlin, Ruslar Ukrayna’yı yenip kendi kapılarını çalana kadar bu tankları depoda tutmak mı istiyor!” Anlaşılan Almanya üzerindeki ulusal ve uluslararası baskılar giderek artmıştır.
Türkiye ise, Ukrayna’ya SİHA satışlarını ve Ukraynalı şirket “Motor Sich” üzerinden Bayraktar SİHA ve Kızılelma için motor satın alımlarını aralıksız sürdürdü. Öte yandan, Türkiye’nin Ukrayna’ya karşı hissettiği sorumluluk duyguları daha da belirginleşti. Bunda etkili olan önemli bir faktör de şu oldu: NATO’da Rus tehlikesine karşı oluşturulan “Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti’ne”(VJTF) bağlı deniz gücünün komutası, 22 Ocak 2023 tarihi itibarıyla Türkiye’ye geçti. Bilindiği üzere, bugörev kuvveti, 2002-Prag Zirvesi’nde oluşturulan NATO-Mukabele Kuvveti’ne (NFR) bağlıdır. VJTF, Avrupa’nın güvenliğini ilgilendiren hadiselere, 48 ilâ 72 saat içinde acil müdahale edebilecek formattatasarlanmıştır. 28 Haziran 2022’deki Madrid Zirvesi’nde ise, VJTF’nin kuvvet hacmi, 40 bin askerden 300 bine çıkarılmıştır.
Türkiye, devraldığı bu deniz gücünün komutası için, Muğla Aksaz’daki deniz üssünü, “Türk Yüksek Hazırlık Seviyeli Deniz Görev Kuvveti” (TURMARFOR) formatına dönüştürmüştür. NATO’da bu kabiliyetteki 5 karargâhtan biri, böylelikle 1 yıllığına Türkiye sahasında tesis edilmiştir. Bu önemli gücün Türkiye sınırları içine girmesi NATO ittifakı yükümlülükleri çerçevesinde sayıldığı için, TBMM’nde özel bir tezkere kararına da ihtiyaç duyulmamıştır. Sonuç olarak, Türkiye’nin Avrupa güvenliğine ilişkin sorumluluğu giderek artmıştır. Her şeyden önce, Türkiye, önündeki 1 yıl boyunca, VJTF’nin her an Karadeniz’deki savaş ortamına müdahil olma ihtimalini hassasiyetle engellemeye çalıştı. Nitekim NATO’nun eski başkomutanı Amerikalı Oramiral James Stavridis Türkiye’yi tedirgin eden şöyle bir değerlendirmede bulunuyordu: “Çok geniş bir alanı kapsayan Karadeniz’in büyük bölümü, uluslararası statüdedir. Bu uluslararası su sahasını Rusya’ya bırakmanın bir anlamı yoktur. Bunun yerine Karadeniz’in Ukrayna Savaşı’nda bir sonraki büyük cephe olmasını sağlayalım”. Karadeniz’in, savaşta kolaylıkla bir cephe haline dönüşmesini sağlayabilecek olan bu tehditkâr yaklaşım, tabii ki, Türkiye’nin dikkati sayesinde asla hayat bulmamıştır. Türkiye, bu anlamda, üzerine düşen görevi, bihakkın yerine getirmeye ve 1 yıl sonra da, yine alfabetik sıralamaya göre Birleşik
Krallığa kazasız belasız devretmeye odaklanmıştır.
Türkiye’nin bu dengeli tavrı, tabiatıyla Amerikan derin devlet unsurlarını oldukça rahatsız etmiştir. Örneğin, Pentagon’un psikolojik savaş elemanlarından biri olan Michael Rubin’in, 6 Ocak 2023 tarihli “Ukrayna’nın Ötesini Düşünün: Türkiye’nin Drone İhracatı Tehdit” başlıklı yazısı, ABD’nin yaklaşımını gayet net bir şekilde yansıtmıştır.
Batıda Ukrayna’ya silah desteği konusunda büyük tartışmalar yaşanırken, Rus güçleri, 17 Ocak itibarıyla Bahmut’a doğru kararlı ilerleyişini sürdürdü ve cephede iki taraf arasında göğüs göğüse çarpışmalar görülmeye başladı. İşte bu aşamada Kiev yönetimi yine ilginç bir çıkış yaparak, Beyaz Rusya’ya 24 Ocak günü bir “Saldırmazlık Paktı” yapmayı önerdi. Bu, neredeyse ültimatom tonunda sunulmuş bir teklifti. Şöyle ki, o sırada cephenin bir ayağı da, sanki Beyaz Rusya’nın sınırlarında teşkil edilmek isteniyor gibiydi. Nitekim Ukrayna ve Polonya’ya bağlı 23.500 kişilik bir askerî güç, Beyaz Rusya sınırı yakınlarında konuşlandırılmıştı. Bu birliğin 17.200’ü Ukraynalı, 3.700’ü ise Polonyalı askerlerden müteşekkildi. Polonya böylelikle, Türkiye ve Almanya’nın tam tersine, tüm AB ülkelerini ve hatta NATO’yu tehlikeli bir uçuruma doğru sürükleme riski taşıyan bir politika izliyordu.
Sonunda, tüm bu baskıcı adımlar işe yaradı ve Scholz hükümeti, 25 Ocak günü, Leopard-2 tanklarının Ukrayna ordusuna verilmesi için beklenen yeşil ışığı yaktı. Böylelikle, o sırada Almanya dışındaki diğer AB ülkelerinin envanterinde bulunan 1.714 adet Leopard-2 tankının Ukrayna’ya gönderilmesinin önündeki Alman rezervi kaldırılmış oldu. Bu da, savaşta önemli dönüm noktalarından biri olarak kabuledilebilir. NATO çerçevesinde ulaşılan konsensüse göre, Ukrayna ordusu için, başlangıçta 1 taburluk bir tank grubu oluşturulacaktı. Bu taburda 14 adet Leopard-2 tankı da bulunacaktı. Hemen ardından, ikinci bir tank taburu daha kurulacaktı. Böylece ilk hedef, Ukrayna’da Leopard-2’leri de kapsayan 2 adet tank taburu tesis etmekti. Nitekim Zelenski’nin hesap ettiğine göre, sahada etkili olabilmek için, Ukrayna’nın elinde bu türden en az 300 tankın olması gerekiyordu. Bu aşamada ABD de, bahse konu rezervini kaldırarak, Ukrayna’ya 31 adet “M-1 Abrams” tankı göndereceğini duyurdu.
Rusya ise, gelecekte maruz kalabileceği olası bir tank saldırısına karşı “Kornet” güdümlü tanksavar füzelerini (9M133) kullanacağını açıkladı. Hatırlanacağı gibi, bunlar 2006 yılındaki 30 Gün Savaşı’nda, Lübnan Hizbullahı tarafından, İsrail zırhlılarına karşı çok etkili şekilde kullanılmıştı. Görüldüğü üzere, bu “tank koalisyonu” oluşturma tartışmalarının içinde, NATO ile Rusya’nın konvansiyonel bir savaşa doğru sürüklenme riski gün geçtikçe arttı.
Tank bilmecesi bir şekilde çözüldükten sonra, Ukrayna bu sefer de, 29 Ocak itibarıyla, Almanya’dan “HDW-212-A” tipi denizaltı göndermesini istedi. Ukrayna’nın silah talepleri bitecek gibi değildi. Almanya’nın elinde bile bu denizaltılardan sadece 6 adet bulunuyordu. Berlin tabii ki bu talebi duymazdan geldi. Zelenski’nin bir başka talebi ise, F-16’lar oldu. Ama Biden yönetimi bu sefer, daha erken davranarak, 31 Ocak 2023 tarihinde, Ukrayna’nın F-16 talebine olumsuz yanıt verdi. Macron yönetimi ise, Zelenski’nin bu talebine daha olumlu baktı.
Rus Wagner güçleri, Bahmut merkezine doğru ilerleyişlerini, 4 Şubat günü itibarıyla başarıyla sürdürdüler. İlçenin kuzeyindeki Sacco ve Vanzetti köyleri Rus birliklerinin eline geçti. Rus stratejistler,artık Bahmut’a hangi istikametten gireceklerini tartışmaya başladılar ve neticede şehrin batısından yani, Chasiv Yar üzerinden girilmesine karar verildi. Bu gelişmeler Zelenski yönetimini iyice zor duruma düşürdü. Ukrayna lideri 3 Şubat’ta, “Doğu Ukrayna’daki durum çok kötü” tespitinde bulundu.Ona göre bu zor durumu aşmanın tek bir yolu vardı; o da Amerikan uzun menzilli füzeleriyle Rusya’ya saldırmaktı. Dolayısıyla Zelenski için artık bundan böyle, Rus toprakları açıkça, “vurulabilir meşru hedefler” olarak tanımlanır hale geldi. Ancak tüm bu gelişmeleri dikkatle takip eden Rusya, 5 Şubat günü yayımladığı bir ültimatomla, Amerikan füzeleriyle Kırım’a veya herhangi bir Rus toprağına yapılacak olası bir saldırının, kendisine yönelik açıkça bir “savaş ilanı” olarak kabul edileceğini
duyurdu. Bu şekilde ABD’yi caydırmaya çalıştı. ABD ise tabii ki, Ukrayna’yı dizginleme gayretleri içine girdi. Savaşın daha fazla uzamasını o da istemiyordu. Zaten Ocak 2023’teki bir RAND Raporu’nda da (“Bir Savaştan Kaçınmak: ABD Politikası ve Rusya-Ukrayna Çatışmasının Yörüngesi” başlıklı raporda) belirtildiği üzere, Ukrayna’da ABD için en uygun formatın “uzun vadeli bir savaştan ziyade, orta vadeli bir savaş olacağı” açık ve netti.
Ağırlaşan savaş koşulları altında, Ukrayna yönetimi, savaşa fazlaca eğilimli olan savunma bakanı Reznikov’u bir nebze olsun geri plana çekerek, tansiyonu düşürmeye çalıştı. Hatta 6 Şubat günü, Ukraynalı bakanın, hakkındaki yolsuzluk iddiaları dolayısıyla görevinden alındığı haberleri bile çıktı. Reznikov’un kabinede bir başka koltuğa oturtulacağı ve yerine Ukrayna Askerî İstihbarat Şefi Kyrylo Budanov’un getirileceği söyleniyordu. Ancak daha sonra bu haberin sadece bir dedikodudan ibaret olduğu anlaşıldı.
Benzer söylentiler almış başını gidiyordu. Bunlardan biri de, o sırada Rusya’nın, 200 bin yeni askerle Donbass’ı tamamen ele geçirmek üzere 15 Şubat tarihinden itibaren, çok büyük bir karşı harekâta hazırlandığı yönündeki söylentiydi. Ukrayna Ulusal Muhafızları Komutanlığı (bilhassa da buna bağlı Svoboda Taburu’nun başındaki Teğmen Roman Konon), Rusya’nın bu sıradaki tüm hazırlık faaliyetlerini yakından takip ediyordu. Ukrayna yönetiminin Lugansk valisi (Rusya açısından hükümsüzde olsa) Serhiy Haidai’ye göre de, “Yeni Rus güçlerinin savaşa hazırlık sürecinde, artık öngörülen takvimin sonuna gelinmişti.” Yedeklerden 150 bininin (hatta bazı kaynaklara göre 200 bininin) eğitimleri sona ermiş ve bunlar silahaltına alınmışlardı. Rusya artık büyük bir saldırı için hazırlıklarını tamamlamak üzereydi. Bütün bu söylentiler ise, Ukrayna ve Batıyı fazlasıyla tedirgin etmeye yetti.
Putin gerçekten de, bu söylentileri doğrularcasına, 7 Şubat 2023 tarihinde, Ukrayna Operasyonu’nun başındaki Gerasimov’a, Mart ayının sonuna kadar Donbass bölgesinin bütününün “özgürleştirilmesi” talimatını verdi. Rus güçleri, zaten Donbass’ı çember içine almış vaziyette, gelecek bu emri bekliyorlardı.
Bu genel tablo içinde, Ukrayna güçleri ise, Ruslara nazaran çok daha zayıf ve tükenmiş durumdaydı. O kadar ki, Ukrayna lideri Zelenski, artık son çare olarak, Batıdan savaş uçağı talebinde bulunmaya devam etti. Buna ilk olumlu cevap ise, İngiltere’den geldi. İngiliz hükümeti, 9 Şubat itibarıyla, Ukrayna’ya 20 adet “Eurofighter Typhoon” savaş uçağını vermeyi düşünebileceğini açıkladı.
Savaş uçağı vermeye yanaşmayan ABD ise, bu aşamada, savaşın formatını daha kökten değiştirecek bir hamlenin peşindeydi. Bazı kaynakların (The Washington Post gibi) bildirdiğine göre, Amerikan yönetimi, savaşın bu zorlu safhasında, Wagner’a karşı “1202 Programları” (ABD-Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası’nın (2018), 1202. Bölümü’nden hareketle) olarak da adlandırılan “gayrı nizami harp yöntemlerini” kullanma konusunda ciddi hazırlıklar yapmaya başladı. ABD, özel harp elemanlarının ve kontra-gerilla ajanlarının sahaya inmesini öngören vekâlet operasyonları (proxy wars) için, artık açık açık bu programları kullanmayı düşündüğünü dile getiriyordu.
Öte yandan AB Parlamentosu da, savaşta Rusya’nın “jenosit suçu” (soykırım suçu) işlediğine dair bir karar aldı ve bunu AB-Resmî Gazetesi’nde yayınlattı. Parlamento’nun bu kararında, Ukrayna, Moldovave Gürcistan’ın AB’ye üyelik yolunu açan ifadeler kullanılması da dikkat çekici oldu.
Bu koşullar altında, Wagner’ın genel müdürü Yevgeniy Prigojin’in de dediği gibi, “savaşın 3 yıl daha uzaması” beklenebilirdi. Prigojin, (11 Şubat’ta) tam olarak şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Rus güçlerinin, Ukrayna topraklarını fiilen ikiye bölen Dinyeper’e (Dnipro’ya) doğru ilerlemeleri halinde, çatışmalar 3 yıl kadar daha uzayabilir”.
Öte yandan, Rusya’nın konsantrasyonunu dağıtabilmek için, Ukrayna, Gürcistan üzerinden yeni bir cephenin açılabilmesi doğrultusunda bazı provokasyonlarda bulundu. Ukrayna Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Oleksiy Danilov (12 Şubat), bu niyetlerini açıkça şöyle ifade etmiştir: “Gürcistan’ın Rusya’ya savaş açmasının Ukrayna’ya büyük yararı olur”. Ancak, Gürcistan Başbakanı Irakli Garibaşvili’nin de tepkisel olarak belirttiği gibi (12 Şubat), Ukrayna’nın, Gürcistan’ı Rusya’ya karşı savaşa çekme gayretleri sonuç vermedi. Dolayısıyla Gürcistan, 2008’deki stratejik hatasını bir kez daha tekrarlamadı.
(Devam edecek…)