DONBASS SAVAŞI (2014-2022): RUSYA’NIN “ÖZEL OPERASYONUNA” GİDEN 8 YILLIK SÜREÇ
2014 yılında Kırım, Rusya tarafından ilhak edilince, sanayi altyapısı bakımından oldukça önemli olan Doğu Ukrayna’daki (Donbass) iki bölge (Donetsk ve Lugansk) de, kendi bağımsız halk cumhuriyetlerini ilan ettiler. İlkin Nisan 2014’te Donetsk’teki Slavyansk kentinde, Rusya’nın desteğiyle harekete geçtiler ve burada Rus yanlısı milis güçlerinin ana simgesi olan ‘Donbass Halk Ordusu’nu tesis ettiler. Buna karşı ilk tepki ise, kendilerince 13 Nisan günü seferberlik ilan eden aşırı ulusçulardan (Sağ Sektör) geldi. Kiev yönetimi de, tabiatıyla bu ayrılıkçı cumhuriyetlerin girişimlerine şiddetle karşı çıktı ve Petro Poroşenko hükümeti önce bir ültimatom yayınlayarak, ülkeyi terk etmeleri için ayrılıkçılara belli bir süre tanıdı. Bu ültimatoma uyulmayınca da, Doğu Ukrayna’ya yönelik operasyonları başlatma kararı verdi. Dolayısıyla 8 sene boyunca devam edecek olan ve toplamda yaklaşık 14.000 insanın hayatını, 400.000’den fazla insanın da evini kaybettiği ‘Donbass Savaşı’ fiilen başlamış oldu.
Savaşın ilk sahnesi olarak, Donetsk Hava Limanı, Kiev güçleri tarafından 31 Mayıs günü yoğun şekilde bombalandı. Haziran ayı gibi, geçici bir ateşkes ilan edildiyse de, 10 gün sonra savaş yeniden başladı. Kiev güçleri ve Neo-Nazi gruplar, 1 Temmuz’da Donbass’a doğru yeni bir taarruz düzenlediler. Rusya bu etapta savaşa müdahale etmek yerine, bilhassa Lugansk’a insanî yardım ve cephane/silah göndermekle yetindi. Çatışmaların iyice şiddetlendiği sırada, Ukrayna hava sahasında bulunan bir Malezya yolcu uçağının düşürüldüğünü de hatırlatmak gerekir.
Rus destekli ayrılıkçı milisler, bölgelerini başarıyla savundular. Öyle ki, 29 Ağustos itibarıyla, Kiev’e bağlı güçler, Donbass’taki askerî üstünlüklerini neredeyse tamamen yitirme noktasına geldiler. Dönemin ABD başkanı Obama ise, Ukrayna’ya yardım etmek yerine, taraflara hemen görüşme masasına oturmaları yönünde baskı yaptı. Bu noktada Avrupa ülkeleri de devreye girdiler. Neticede taraflar (Kiev’in ve iki ayrılıkçı cumhuriyetin temsilcileri) Fransa ve Almanya’nın garantörlüğü altında, 5 Eylül 2014 tarihinde Belarus’un başkenti Minsk’te, Minsk Protokolü’nü imzaladılar. Protokole göre; bölgedeki çatışmalar durdurulacak, bu iki cumhuriyete özerk yönetimler formatında anayasal statü verilecek ve Kiev destekli tüm lejyonlar Doğu Ukrayna’dan çekileceklerdi. Protokolün gereği olarak, Poroşenko hükümeti, 17 Ekim 2014’te Donbass’a 3 yıllığına sadece özel bir statü tanıyan kararnameyi imzaladı.
Ancak Rusya, atılan bu adımı yeterli görmedi ve Üçlü Minsk Temas Grubu’nun (Rusya, Ukrayna ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı-AGİT) eylem planının, bir an önce özerklik yönünde tüm hatlarıyla hayata geçirilmesini istedi. Ukrayna’nın doğusunda kısmen sakin bir ortamının görüldüğü bu aşamada ülke, seçim atmosferine girdi. Hatta Poroşenko bu çerçevede Donbass’a bir ziyarette bile bulundu. Ancak seçim sonuçları Poroşenko’nun istediği gibi olmadı. Donetsk’teki seçimleri, Halk Cumhuriyeti Partisi’nin adayı ve bağımsızlık yanlısı Aleksandr Zaharçenko kazandı. Lugansk’ta da seçim sonucunda yine bağımsızlık yanlısı İgor Plotnitskiy zafer elde etti. Bu durumda Poroşenko, Donbass’a özel statü öngören kararnameyi iptal etme tehdidinde bulundu. Ayrılıkçıların kızgınlığı ise artık had safhaya ulaşmıştı.
Kasım ayının başlarında, Kiev güçleri yeniden teyakkuza geçtiler. Artan gerginlik nedeniyle, Minsk Temas Grubu tekrar çalışmaya başladı. Tarafları ateşkes şartlarına geri döndürmeye gayret etti. Ama bu sefer ayrılıkçı güçler geri adım atmak istemediler. Çünkü 21 Aralık 2014’te Rusya, Kırım Sivastopol Deniz Üssü’nü yeniden faaliyete sokunca, Donetsk ve Lugansk’a yönelik her türden Rus yardımı artık kolaylıkla akmaya başlamıştı. Kiev yönetimi ise, Donbass’a saldırı konusunda bu aşamada çok daha iştahlı ve kararlıydı. Nitekim 29 Ocak 2015’te çatışmalar, Donbass ile Kırım arasındaki Mariupol’e de sıçradı. Bu sefer aşırı sağcı gruplar da, savaşın kesin sonuç alınıncaya kadar sürdürülmesi konusunda hükümete baskı yaptılar; hatta 2 Şubat 2015’te devlet başkanlığı sarayını bastılar.
Minsk Temas Grubu ise, taraflara artık kolayca söz geçiremiyordu. Bu koşullar altında, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, Normandiya Çıkarması’nın yetmişinci yıldönümü kutlamaları esnasında yeni bir inisiyatif başlattı. Kendisiyle beraber Alman Şansölyesi Merkel, Rus Devlet Başkanı Putin ve Ukrayna Cumhurbaşkanı Poroşenko’yu biraraya getirerek, “Normandiya Dörtlüsü” formatındaki müzakere sürecini tesis etti. Nitekim bu inisiyatif, 11 Şubat 2015 tarihinde, savaşan taraflar arasında ateşkes için bir ‘ön anlaşma’ (Minsk-2 Anlaşması) ortamına ulaşılmasını sağlayabildi. Buna göre Kiev yönetimi, Donbass bölgesindeki ağır silahlarını derhal geri çekecekti. Ama söz konusu mutabakat hakkında bazı çelişkili haberler çıktı. Sonuçta Putin, 12 Şubat günü, bu anlaşmanın geçerli olduğunu vurgulayan bir konuşma yapınca, bölgede yeni bir ateşkes düzeni hususunda mutabık kalındığı net olarak idrak edildi. Bahse konu anlaşma gereğince, Kiev güçleri daha önce üzerinde anlaşmaya varılan 19 Eylül (2014) sınırlarının gerisine çekilmeyi kabul ettiler. Ayrıca Donbass için bir ‘Anayasa Reformu’ yapılması gerekecekti. Bu çerçevede, ilgili anlaşmanın 4. ve 11. Maddeleri uyarınca, doğu bölgelerinde yaşayan Rusların haklarının korunması amacıyla özerklik statüsü yönünde bazı somut adımlar atılacaktı. Ateşkes düzeni ise, 15 Şubat’tan itibaren uygulanmaya başlanacaktı. Dolayısıyla bu noktada bölgede tekrardan, nispi bir rahatlama söz konusu oldu. Hatta Rusya, dikkatini tekrar Suriye ve Doğu Akdeniz meselelerine çevirme fırsatı yakaladı ve Şam yönetiminin talebi üzerine, Suriye’ye askerlerini gönderdi.
Ancak yine hiçbir şey beklendiği gibi gitmedi ve saldırılar bir türlü dinmedi. Nitekim Mart ayında (2015) Odessa’daki bir sendika binası, içinde siviller bulunduğu halde, aşırı sağcı gruplar tarafından yakıldı. Üstüne üstlük bir de, 3 Nisan 2015 tarihi itibarıyla, Sağ Sektör de dâhil olmak üzere Kiev’in yanında savaşan tüm grup ve çeteler, resmen Ukrayna Ordusu’na entegre edilerek, onun birer parçası haline getirildiler. Bu ortamda Ukrayna’daki aşırı milliyetçi söylemlerin oldukça prim yaptığı görüldü. Nitekim dönemin Ukrayna Başbakanı Arseniy Yatsenyuk, Hitler’in “untermensch” kavramını andırırcasına, Donbass halkından le, orada “aşağılık alt-insanların, yaratıkların ve hayvan türlerinin yaşadığını” ifade eden problemli bir konuşma yaptı. Bu, şüphesiz ki çok tehlikeli ve gerginlik yaratan bir söylemdi.
Öte yandan, 31 Ağustos 2015 tarihinde, Ukrayna Parlamentosu (Verkhovna Rada), Donbass için Özerklik Yasası’nı nihayet kabul etti. Ancak bu önemli karardan sonra da, ülkedeki reaksiyoner gruplar birbirleriyle çatışmaya devam ettiler. Poroşenko, çok geçmeden Kırım ve Donbass’ın etrafındaki tüm askerlerini yeniden teyakkuz durumuna geçirdi. Böylece Donbass Temas Hattı boyunca hissedilen gerginlik iyice arttı. Savaş hız kesmeden devam etti. Ta ki, Üçlü Temas Grubu’nun inisiyatifiyle, 28 Aralık 2017’de, Kiev ile Rus yanlısı ayrılıkçı milisler arasında Donetsk’te, o güne kadarki en geniş kapsamlı esir değişimi yapılıncaya kadar…
Bundan sonrasında ise, yeni ve muğlak bir adım olarak, Ukrayna Parlamentosu, 19 Ocak 2018’de Donbass için ‘Yeniden Entegrasyon Yasası’nı kabul etti. Yasada, Donetsk ve Lugansk için “geçici olarak işgal edilmiş topraklar” ibaresinin kullanılması dikkat çekici oldu. Esasında bu, oldukça açık bir şekilde, Donbass’ın Rusya’dan kurtarılması planıydı. Moskova’ya göre de bu, bölgede yeni bir savaş ilanı anlamına geliyordu. Nitekim bu yeni yasaya göre; Donbass’taki bölgelerin sınırları, Ukrayna Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’nın teklifleri doğrultusunda Devlet Başkanlığı tarafından belirlenip, değiştirilebilecekti. Üstelik devlet başkanının, gerektiğinde bölgeye güç kullanma yetkisi de olacaktı. Dolayısıyla Rusya yanlıları, yasaya şiddetli karşı çıktılar. Ama her şeye rağmen yasa, 24 Şubat 2018’de yürürlüğe sokuldu. Artan bu gerginlik ortamında, Türkiye de krizi yumuşatmak için Poroşenko’nun 9 Nisan 2018 tarihli, Donbass’a bir BM-barış gücü yerleştirilmesine dair önerisine destek verdi.
Ancak bu öneri hayata geçemedi. Nitekim Donbass’taki çatışmalar, 2018 yılı Haziran ayı başında yeniden alevlendi ve Poroşenko yönetimi, bir kez daha, Donbass’a yönelik askerî operasyon başlattı. Çatışmalar devam ederken, Eylül ayında Donetsk’in Rusya yanlısı lideri Zaharçenko da, uğradığı saldırıda öldürüldü. Bu aşamada, gerginliğe tuz biber eken ilginç bir hadise daha meydana geldi. Ukrayna Ortodoks Kilisesi, Rus Kilisesi’nden koptu ve İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikliği’nden aldığı destekle, 27 Kasım 2018’de “Autokefalia”, yani özerklik ilan etti.
Ayrıca Türkiye ilk kez, 14 Ocak 2019 tarihinde, sadece savunma amaçlı kullanılmak üzere, Ukrayna’ya 6 adet TB-2 Bayraktar SİHA satışına onay verdi. Bu dönemde, AGİT kapsamında, Donbass’a gözlemcilerin gönderilmesi fikri de tartışıldı.
1 Nisan 2019 tarihinde Ukrayna’da yapılan devlet başkanlığı seçimlerini, rakipleri Poroşenko ve Timoşenko’nun karşısında, Volodimir Zelenski’nin kazanması, ülkedeki gergin ortamı nispeten yumuşattı. Zira Rusya’nın ona yönelik bakışı gayet olumluydu. Nitekim Zelenski de, göreve başladıktan bir süre sonra, 22 Ağustos 2019’da Rusya’ya barış teklifinde bulundu ve kendisine bağlı askerleri ateşkes hattından geri çekti. Ama Donbass’taki gerginlik bir türlü bitmiyordu. Zira Ukrayna’daki aşırı milliyetçi gruplar bu barış girişimine tepki gösterdiler. Ancak buna rağmen taraflar arasında, Üçlü Temas Grubu’nun girişimiyle 27 Temmuz 2020 tarihinde zor da olsa, yeni bir kapsamlı ateşkes kararı alınıp uygulanabildi.
Öte yandan, ABD’de Biden ve ekibinin Ocak 2021’de göreve başlamasından itibaren, Rusya ile gergin bir ortama girildi. Gerginliğin en bariz tezahürü ise, 2021 yılının Mart ayında başlatılan ve doğrudan Rusya’yı hedef alan geniş kapsamlı “Defender Europe-2021” NATO tatbikatıydı. Zira tatbikatın ana senaryosu, Rusya’ya karşı savaş hazırlığı mahiyetinde oldu. Bu gergin ortamda bir de, 2 Amerikan savaş gemisi, Montrö gereği 15 gün önceden Türk makamlarına ihbarda bulunarak Boğazlardan Karadeniz’e açılacaklarını bildirdiler. Bunlar 21 gün boyunca, yani 4 Mayıs gününe kadar Karadeniz’de seyrüsefer halinde olacaklardı. Böylece ABD ve Rusya arasındaki gerginlik tırmanışa geçti. Gerginliğin artmasında 24 Mart’ta Brüksel’de düzenlenen olağanüstü NATO liderler zirvesinin de önemli bir katkısı oldu. Bu zirvede ABD, müttefik ülkelere Rusya ve Çin’i “tehdit” olarak kabul ettirmeye çalıştı ama bunda muvaffak olamadı. Bu gelişmeler Batı tarihinde genelde söylenegelen “Kimse Rusya ile savaşmıyorken, hayat ne kadar da sıkıcı” sözünü yeniden hatırlattı.
Bu arada ABD destekli aşırı sağcı faşist gruplar da, Donbass’taki saldırılarını iyice artırmışlardı. Donbass‘taki Rus yanlısı milis güçler ise, onlara ateşle karşılık verdiler ve 20 kadar Ukraynalı savaşçıyı öldürdüler. Rusya Dışişleri Bakanlığı ilk etapta olaylara çok fazla angaje olmak istemedi. Hatta ilk mesajlarında hep şunu vurguladı: “Donbass’taki konu bizim alanımız değildir; Ukrayna bunu kendi içinde halletsin!” Ancak Rusya, bu tatbikata ve bölgede yaşanan gelişmelere daha fazla da bigâne kalamadı ve oldukça sert tepkiler gösterdi. Nitekim 1 Nisan 2021’de, Donbass’ta ateşkesin normal süresi sona erdiğinde, Moskova bunun daha fazla uzatılmayacağını açıkladı. Ardından da Ukrayna sınırına asker yığmaya başladı. Bu gelişmeler karşısında, Üçlü Temas Grubu, yeniden tam kapsamlı bir ateşkese dönülebilmesi umuduyla çalışmalarını yoğunlaştırdı. Rusya soğukkanlı tavrını halen koruyordu. Hatta Kremlin sözcüsü Dimitri Peskov, 12 Nisan 2021’deki mesajında “Donbass’taki çatışmaların tarafı biz değiliz” demeye devam etti. Ama sözlerine şunu eklemeyi de ihmal etmedi: “Buradaki gelişmelere kayıtsız kalmamız da beklenmemelidir”. Aynı gün Zelenski ise, Donbass’a bir saldırı planlamadıklarını açıklayarak, gerginliği azaltmaya çalıştı. 21 Nisan 2021’de ise Zelenski, Putin’e Donbass’ta doğrudan yüz yüze görüşme yapma önerisinde bulundu. Putin, bu öneriyi aldıktan 2 gün sonra, ancak Moskova şehrinde yapılacak görüşmelere açık olduğu cevabını verdi. Zelenski ise, ona 28 Nisan’da Vatikan’da bir görüşme yapmayı teklif etti. Yani her şeye rağmen yine de karşılıklı olumlu havanın kaybolmadığı görüldü. Ancak Biden yönetimi, önceki Trump ekibinden çok farklı olarak, bölgedeki yumuşama gayretlerini tasvip etmedi ve gerginliği körüklemeye devam etti. Bu durum, kısa süre içinde Zelenski’nin yaklaşımlarına da tesir etti ve eski sert söylemlere dönüşünü beraberinde getirdi. Nitekim Zelenski, ilk kez 6 Nisan’da, ikinci kez ise 10 Temmuz 2021’de “Donbass meselesinin ancak NATO üyeliği vasıtasıyla çözülebileceğini” açıkladı. Bundan sonra da, benzer açıklamaları sıklıkla yaptı. Kısacası, Zelenski de artık NATO’ya, önündeki en güçlü çözüm seçeneği olarak bakmayı tercih etti. Dolayısıyla Zelenski’nin kullandığı dil oldukça sertleşti. Hatta Zelenski, 8 Ağustos 2021’de açıkça “Donbass’ta kendilerini halen Rus olarak gören vatandaşlar, Rusya’ya gitmeliler” sözlerini sarf etti. Bu sertleşmenin doğal sonucu olarak ise, Donbass’taki çatışmalar tekrar başladı.
Rusya, bu aşamada Belarus’la birlikte Ukrayna ve Batıya gözdağı vermek maksadıyla 10-16 Eylül 2021 tarihleri arasında Zapad-2021 tatbikatını icra etti. Tatbikat gereğince de Ukrayna sınırına büyük miktarda asker yığdı. Bu gelişme karşısında Ukrayna yönetiminin pozisyonu daha da sertleşti. Nitekim Kiev yönetimi, Bayraktar TB-2 SİHA’ları ilk kez 28 Ekim 2021’de Donbass’ı vurmak için kullandı. Rusya bu vesileyle Türkiye’ye de tepki gösterdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, 2 Aralık 2021’de taraflar arasında arabuluculuk yapma teklifinde bulunarak, yaklaşan savaşa engel olmaya çalıştı. Ama bu konuda başarılı olamadı. Nitekim Ukrayna ordusunun neredeyse yarısı denebilecek 125.000 kişilik büyük birlikler, 4 Aralık günü, Donbass sınırına doğru sevk edilmeye başlandı. Rusya ise Kiev’e Donbass’taki kırmızı çizgilerini hatırlatarak, karşılık verme (misilleme) tehdidinde bulundu. O sırada (9 Aralık) Rus Genelkurmay Başkanı Org. Valery Gerasimov, Ukrayna ordusunun Donbass’ta Amerikan yapımı anti-tank Javelin füzelerini kullandığını tespit ettiklerini açıkladı. Putin ise, 10 Aralık günü yaptığı konuşmada, Donbass’ta an itibarıyla yaşananların adeta bir “soykırımı hatırlattığını” vurguladı.
Krizin tırmanarak, artık bir devletlerarası savaş boyutlarına doğru evrildiğini fark eden uluslararası toplum ise hemen harekete geçti. Normandiya Dörtlüsü’nün girişimiyle taraflar son kez Paris’te biraraya geldiler. 27 Ocak 2022’de yapılan görüşmeler umut verici oldu ve taraflar ateşkes konusunda yeniden bir anlaşmaya vardılar. Rusya’nın misilleme yapacağı konusundaki endişeler de böylece biraz olsun azaldı. Ancak ABD yönetimi ısrarla, Rusya’nın savaş açmayı planladığını en ince ayrıntısına kadar vurgulamaya ve uluslararası toplumu da bu konuda irrite etmeye devam etti.
Neticede Başkan Putin, gerçekten de, 21 Şubat 2022 günü, tarihî bir karar vererek, 2014’te bağımsızlıklarını ilan eden Donetsk Halk Cumhuriyeti ile Lugansk Halk Cumhuriyeti’nin bağımsızlıklarını tanıdı. Bu adım, hiç kuşkusuz, Donbass Savaşı’nda, 24 Şubat’ta başlayacak olan Özel Operasyon öncesi yaşanan en önemli dönüm noktası olmuştur.
Burada siz okuyucularımıza saygılarımı sunarken, gelecek yazımda, 24 Şubat 2023 itibarıyla birinci yılını dolduran Özel Operasyon’un şu ana kadar geçirdiği aşamaları analiz etmeye çalışacağımı belirtmek istiyorum. İyi okumalar dilerim.