Hamas’ın (İslami Direniş Hareketi’nin) silahlı unsuru olan İzzettin el-Kassam Tugayları’na bağlı birlikler, 7 Ekim’de komutanları Muhammed ed-Dayf’ın («Ebu Halid» ya da nam-ı diğer “hayalet”) liderliğinde, Gazze’nin Kerem Ebu Salim sınır kapısından İsrail topraklarına girerek, «Aksa Tufanı» operasyonunu başlattılar. Hamas güçlerinin 3 noktadan daha girdikleri tespit edildi. Bu saldırı, 1973-Yom Kippur Savaşı’nın yıldönümünde, dini tatil olan Şabat günü planlanarak, en iyi zamanlama ile yapılmış oldu. Yani direniş, gece vakitlerinde değil, 7 Ekim’in şafak vakti saldırıyı başlattı. Filistinliler, böylelikle, tarihlerinde ilk kez İsrail’e karşı taarruza geçmiş oldular. Saldırıda Gazze’nin altındaki tüneller de kullanıldı. Kassam güçleri, havadan paraşüt ve paramotorlar vasıtasıyla da hareket ettiler. Hamas’ın herhangi bir deniz ve hava gücü olmamasına rağmen, Kassam Tugayları denizden de sızma girişiminde bulundular. Üstelik Hamas, bu saldırısında, gerilla harbinin temel taktiği olan «manevra savaşı» vermek yerine, geçici de olsa bir «mevzi savaşı» yöntemini sergiledi. Dolayısıyla girdikleri bölgeleri (mevzileri) saatlerce ellerinde tuttular. Savaşı bu sefer İsrail topraklarının içinde verdiler ve İsrailli asker ve sivilleri esir olarak alıp, yanlarında tekrar Gazze’ye götürdüler. İsrailli bir general (Tümg. Nimrod Aloni) de bu sırada esir alındı. 

izzettin-al-kassam2221

Savaş sadece bununla sınırlı kalmadı, hatta bugün bile hâlâ,  İzzettin Kassam Tugayları’nın birlikleri, Batı Şeria’nın kuzeyindeki Cenin kenti yakınlarında, İsrail ordusu ile savaşmaya devam etmektedir.  

Filistin devlet başkanı Mahmud Abbas, saldırıyı, «Filistin halkının kendini savunma hakkı» çerçevesinde değerlendirmiş ve dolayısıyla ilk tepki olarak bunu reddetmemiştir. Operasyona açıkça destek veren Hizbullah da, Lübnan sınırından İsrail topraklarına sızmaya çalışmıştır. Bu sızmalar hâlâ devam etmektedir.

Batılı liderler, bu saldırı karşısında İsrail’e destek ziyaretleri yapmakta ve ona gönülden destek vermektedirler. Hatta neredeyse bunun için sıraya girmişlerdir. Ancak zaman geçtikçe Batı ülkelerinin halkları, daha ters bir reaksiyon göstererek, Filistin yanlısı gösteriler de yapmaya başlamışlardır.

israil filstin tankları

Dünya toplumu tarafından, bu saldırıya ilişkin yoğun eleştirilere maruz kalan Hamas ise savunmaya geçmiştir. Hamas’ın siyasi büro şefi Mahmud Merdavi bu konuda şu açıklamayı yapmıştır: “Bu operasyonu ani bir kararla yapmadık; 2 senelik bir hazırlığın sonucu olmuştur. Amacımız Filistin halkının özgürce yaşamasını sağlamaktır. Direniş ve savunma hakkımızı kullandık. İsrail; Gazze ve başka yerlerde direnişin liderlerine saldıracaktı; bu konuda sağlam istihbarat aldık ve biz erken davranıp, ilk yumruğu attık.” 

filstin-halk-cephesi.22

Operasyona destek veren solcu yapılardan biri olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin yöneticisi Khaled (Halid) al Yamani ise, bu birinci safhanın ardından, artık şu taktiğin işletilmesi gerektiğini söylemiştir:  “İsrail’e karşı yeni cepheler açılması”… Zira bu, Gazze ve Batı Şeria üzerindeki baskıyı hafifletecekti. Nitekim bu konuda da Lübnan sınırından sızmaya çalışan Hizbullah güçleri Hamas’a destek olmuşlardır.

Peki, bu olay karşısında Türkiye’nin pozisyonu genel olarak ne olmuştur? Dış politikada her zamanki gibi ‘haklının yanında yer almayı’ (ahlaki duruşu) şiar edinen Türkiye, diğer yandan da, bu olay vesilesiyle bazı fırsatların ortaya çıktığını da görmektedir. Örneğin, Yeni Delhi’de yapılan son G-20 zirvesinde (9-10 Eylül 2023) ortaya atılan “Hindistan-Körfez-İsrail-Avrupa Koridoru” projesi, Kuşak-Yol’a alternatif olarak planlanmıştı. Ankara bu projeye yüksek perdeden itiraz etmişti. Gelinen bu noktada ise, sözü edilen koridor projesi, Hamas’ın saldırısıyla birlikte işletilemez hale gelmiştir. Dolayısıyla Hamas’ın saldırısı, Türkiye için bir nevi olumlu sonuç yaratmış oldu.

hindistan-ortadogu-avrupa-ekonomik-koridoru-imec-catisi-altinda-suudi-arabistan-ve-israil-birlikteligi-ne-anlama-geliyor1

Türkiye’nin şüphesiz, başka beklentileri de vardır. Örneğin, bu olaydan sonra Karadeniz’deki Amerikan baskıları belki ikinci plana düşebilecektir, Batı nezdinde Ankara’nın eli kim bilir belki daha da güçlenebilecektir, Türkiye’nin PKK-PYD ile mücadelesinde yeni fırsatlar söz konusu olabilecektir vs. Bu arada Türkiye’ye Batıdan bir uyarı gelmesi de gecikmedi. Brüksel’deki Delphi Ekonomik Forumu çerçevesinde düzenlenen 2. Doğu Akdeniz ve Güneydoğu Avrupa Konferansı’nda, AB-Komisyonu başkan yardımcısı Margaritis Schinas, Türkiye’ye açıkça şöyle seslendi: “27 AB üyesi Hamas’ı lanetlerken ve İsrail’in kendini savunma hakkını tanırken, Türkiye Batı değerleri ile Rusya-İran-Hamas-Hizbullah arasında bir seçim yapmak zorundadır. Türkiye, tarihin hangi tarafında yer almak istediğini seçmelidir. Batı ahlakının yanında mı, yoksa karşısında mı olacak?”

Türkiye bu arada, Gazze şeridine insanî yardımı organize eden ilk ülke oldu. Nitekim bu yardım, Mısır üzerinden hava yoluyla Gazze’ye gönderildi. İsrail ise bunun ulaştırılmasına bilerek ya da bilmeyerek engel olmadı/olamadı. Hakan Fidan bu amaçla 14 Ekim’de Kahire’de Mısırlı mevkidaşı Samih Şükri ile biraraya gelmiştir. Görüşmede taraflar, Filistin’de iki devletli çözüm formülüne de destek olma yönünde açıklama yapmışlardır.

Öte yandan İsrail bu ağır saldırı karşısında kendini ciddi olarak sorgulamaya başlamıştır. Mossad ve ordu-askeri istihbarat birimi AMAN, Hamas tehlikesinin gelmekte olduğuna dair daha öncesinde birçok rapor hazırlandığını doğruladılar. Ancak İsrail yönetiminin bunları dikkate almadığı anlaşıldı. İsrail basını ise, bu saldırı karşısında açıkça «çuvalladık» yorumunu yapmıştır. 

Olay üzerine İsrail, hemen panikle, Anayasası’nın 40. maddesini işleterek, 1973’ten beri ilk kez, «Savaş hali» ilan etti. İsrail savunma bakanı ise, askerlerine açıkça şu emri verdi: «Her şeyi yapmakta serbestsiniz». Nitekim İsrail ordusu, bu savaş ortamında, Gazze’de, yasaklı fosfor bombaları (beyaz fosfor) kullanmaya ve hastaneleri vurmaya devam etmektedir. Bu bombaların kullanıldığı, İsrail ordusunun Gazze limanına yaptığı bir saldırıda net olarak anlaşılmıştır. Kısacası, ABD’nin Afganistan’a 1 yılda attığı yaklaşık 6.000 bombayı, İsrail Gazze’ye 6 günde attı. Kullanılan diğer mühimmatla birlikte İsrail bu süre zarfında Gazze’ye 7.423 atış yaptı. 10 gün içinde (16 Ekim itibarıyla), İsrail Gazze’deki 2.329 Filistinli’yi katletti. Şimdi bu sayının 3.000’i geçtiği söyleniyor. Öyle ki, Gazze’de İsrail tarafından her 3 dakikada, bir çocuk öldürülmektedir. 

savaş-suçu-ve-hatta-Holokost-benzeri-bir-soykırım-suçu-2

Bu görüntüyle, İsrail tipik bir savaş suçu ve hatta Holokost benzeri bir soykırım suçu işlemektedir. Bilindiği üzere, soykırım suçunun tespit edilebilmesi için, olayda bir takım maddi (actus reus yani suç eylemi) ve manevi (mens rea yani kasıt) unsurların bulunması gerekir. Gayet açıktır ki, İsrail, Filistinlileri bir bütün olarak yok etmek istemektedir. Hatta bu, Nazi rejiminin ölçü ve uygulamalarıyla bile kıyaslanabilir. Bu çerçevede, Gazze şeridinde suyun-elektriğin-ilaç/gıda girişinin kesilmesi, halkın göçe-tehcire zorlanması (Bilhassa Gazze’nin kuzeyi boşaltılmak isteniyor. Bir yoruma göre, bu bölgeye ait deniz sahasında büyük miktarda hidrokarbon kaynakları bulunmaktadır), tüm insanî altyapının, siviller gözetilmeksizin bombalanması söz konusudur. Kısacası faşizmin soykırım uygulamalarında sıklıkla görülen 3 temel bileşen de bu örnekte mevcuttur. Bu, sıralı 3 bileşen: İşaretleme-hedef alma; Kapatma-duvarlarla veya demir çitlerle tecrit etme ve İmha-saldırıdır. Bilindiği üzere, şimdiye kadar ilk iki aşamada İsrail yönetimi, gerekli olan ulusal-uluslararası toplumsal rızayı üretebilmişti, ancak imha-saldırı aşamasında beklediği rızayı alamadı/oluşturamadı. Hatta olayın başlangıcında İsrail’den yana olan dünya kamuoyu bile bir noktada, desteklerini geri çekme sinyalleri vermeye başladı. 

İsrail ise, Hamas’ın elindeki İsrailli rehinelere aldırmadan, hava operasyonlarına (saldırılarına) devam etti. Ama büyük ölçüde kendi siyasi bekasına odaklanmış vaziyette bulunan Netanyahu yönetimi, kara harekâtını henüz başlatamadı. Çünkü ağır ekipmanla teçhiz olan düzenli bir ordu, muhtemelen Gazze şehir savaşında yetersiz kalacaktır. Zaten İsrail tankları da halen ülkenin değişik bölgelerinde dağınık halde bulunmalarından ötürü, karşı operasyonun ağırlıklı olarak bir piyade saldırısı şeklinde cereyan edeceği anlaşılmaktadır. Öte yandan İsrail, ilk etapta yetişkin halkının sadece çok azını (şimdilik ancak %10’unu) olası bir savaş için mobilize edebilmiştir. Dolayısıyla hazırlıklar henüz yeterli seviyeye ulaşamamıştır.

Gazze-şehir-savaşı-can-alıyor

Esirler konusunda ise, İsrail ordusu, 1980’den beri tatbik ettiği «Hannibal taktiğini» uygulamaya kararlı gözükmüştür. Bu taktik nedir? Bir İsrail askeri esir düştüğünde, kurtarılamayacak bir durumda ise, esir dâhil oradaki herkesin öldürülmesi… Bu taktik, karşı tarafta büyük sivil kayıplara yol açabilmektedir. Nitekim daha önce, Refah kentindeki bir çatışmada, İsrail askerleri, bir subaylarının esir düştüğünü zannedip, yerleşim birimine doğru ağır top atışları yapmışlar ve şehirde büyük sivil zayiata yol açmışlardı. Onlarca Filistinli sivil, hayatını kaybetmişti. Bu taktik doğal olarak kamuoyunda büyük tepkilere yol açmıştır. Bu son olaydaki amaç da, tabii ki, Hamas’ın eline esir kozu vermemektir. Dolayısıyla Hamas, esirler konusunda yanılmıştır. Çünkü örgüt, “şayet 50 civarında İsrail askerini esir alırsak, İsrail’e ateşkes şartlarını dikte edebiliriz” şeklinde bir planlama yapmıştı. Ancak bu plan işe yaramadı.

İsrail’in sürekli ertelediği kara harekâtı boyutuna bakacak olursak… Gazze, 365 kilometrekarelik sıkışık ve dar bir alan olmakla beraber, şimdiye kadar 5 büyük savaş yaşamıştır. Dolayısıyla bölgenin savaş tecrübesi oldukça yüksektir. İsrail’i taarruzdan caydıran şey ise, Gazze şeridine bir kara harekâtı düzenlenirse, ordunun neredeyse yarısını kaybetme riski altında kalınacağı yönündeki tahminlerdir. Çünkü Gazze’de yer altında bile çok büyük ve karmaşık bir tüneller ağı bulunmaktadır. Bu tünellerde, Hamas’ın çok büyük maddi kaynaklarının ve silah rezervlerinin olduğu düşünülmektedir. Onun için, İsrail’in karadan saldırması halinde büyük kayıplar vermesi, yüksek ihtimal dâhilindedir.

Hamas sözcüsü Ebu Ubeyde ise İsrail’i tahrik edecek şu açıklamayı yapmıştır (11 Ekim): “Düşman güçleri 60 saattir, savaşçılarımızla yüzleşemedi. Mücahitlerimiz, işgal ordusunun Gazze tümenini tamamen yok ettiler.” Ayrıca İslami direniş, düşmanın tüm hareketlerini takip etmeyi de elden asla bırakmamıştır. Bu ortamda, Netanyahu da, «Amerikan savaş gemilerinin yaklaşmakta olduğunu» söyleyerek, karşı propaganda yoluyla toplumuna moral aşılamaya çalışmıştır. Hamas ise, yine onlarca füzeyi İsrail’e göndererek, saldırılara karşılık vermeye devam etti.

Dolayısıyla İsrail halkının, ordu ve siyasal yapıya ilişkin güvensizlik hisleri had safhaya ulaştı. İsrail’deki Maariv gazetesi manşetine şu inanılmaz başlığı atabildi: «Beşinci gününe giren çatışmalarda, Gazze halkı halen ayakta, nasıl olabilir?»… Gazeteye göre, “Eşi benzeri görülmemiş bir olayın içindeyiz. Bu, İsrail tarihindeki en büyük zayıflık görüntüsü (zaaf) olmuştur.”

Yapılan anket çalışmalarına göre de (Dialogue Center’in 620 Yahudi üzerinde yapmış olduğu anket çalışması), İsrail’de her 5 Yahudi’den neredeyse 4’ü (%86’sı), 7 Ekim saldırısı karşısında düşülen durumdan dolayı, kendi hükümetlerini suçlamıştır. Üstelik hükümeti suçlu bulanların %79’u, iktidarın destekçisi olan seçmenler arasındandır. Ankete katılan insanların %56’sı Netanyahu’nun istifa etmesini istemiştir. Bunların %28’i ise iktidarın destekçileri arasındandır. Kısacası İsrail hükümeti ve liderliği, düştüğü bu zaaf karşısında ağır eleştiriler almıştır. Nitekim Haaretz gazetesi, Netanyahu için «yozlaşmış bir çete lideri» ifadesini (sıfatını) kullanmıştır. Bütün bunlara karşın Netanyahu ise kendisini, Rusya’ya karşı savaşan Zelenski’ye benzetmeye ve toplumda bu şekilde sempati toplamaya çalışmaktadır. 

yozlaşmış-bir-çete-lideri

Netanyahu’ya en somut tepki ise 15 Ekim tarihinde gerçekleşti. Channel-12’nin haberine göre, İsrail lideri, Gazze sınırındaki ordu birliklerini (967 sayılı birlik) ziyaret etmek istedi. Ziyaret sırasında bir konuşma yapmaya yeltenince, birliğin askerlerinden ağır hakaretler yedi ve tepki aldı. Netanyahu da buradan konuşma yapamadan ayrılmak zorunda kaldı.

İslami Cihat örgütü

Bu arada, İsrail 11 Ekim tarihinde Gazze’de özel harekât birliklerini kullanmak istedi ama İslami Cihat örgütüne bağlı Kudüs Tugayları, Gazze içlerine sızmaya çalışan bu kuvvetleri tespit etti ve etkisiz hale getirdi. Yani bu kuvvetler de, pusuya düşürüldü. Bu girişiminde başarılı olamayan İsrail ordusu ise, El Halil de dâhil olmak üzere, Batı Şeria’nın değişik yerlerinde yaşayan Filistinlileri tutuklamaya başladı. Nitekim 11 Ekim günü burada 18 kişi tutuklandı. Ayrıca Gazze’deki tahmini nüfus olan 2,3 milyon Filistinliye elektrik, su, gıda ve yakıt tedariki de kesildi.

(devam edecek)