İçinde bulunduğumuz 2023 yılı itibarıyla otuz birinci senesine giren Hocalı katliamı, Azerbaycan Meclisi tarafından 1994’te “soykırım” olarak tanımlandığından bu yana, Türkiye’de de, düzenlenen bir takım etkinliklerle her yıl anılmaya devam ediliyor.
Coğrafî olarak Dağlık Karabağ özerk bölgesinin (oblastı’nın) tam merkezî noktasında yer alan Hocalı, Karabağ dağ silsilesi üzerinde Ağdam-Şuşa-Askeran-Hankendi yolunda yer almaktadır. Dağlık Karabağ bölgesinin tek hava alanı da buradadır. Dolayısıyla Hocalı’nın gerek Azerbaycan, gerekse Ermenistan açısından çok stratejik bir önemi bulunmaktadır.
Ermeniler, Hocalı olayı için “Hocalı intikamı” ifadesini kullanmayı tercih etmektedirler. Peki neden? Analiz edelim. 18 Eylül 1988’de Dağlık Karabağ özerk bölgesinin başkenti olan Hankendi’ne silah taşıyan Sovyet-Ermeni askerlerine, Hocalı’nın bir Azeri köyünden saldırı gerçekleşmiş ve bütün silahlar ele geçirilmişti. Bunun üzerine, birkaç yüz Ermeni militan, ellerine geçirdikleri baltalar ve av tüfekleriyle intikam almak için Hocalı köyüne saldırmayı planladılar. Sovyet İçişleri Bakanlığı, aldığı bir takım önlemlerle bu saldırganlığı engellemeye çalıştı. Dolayısıyla ancak az bir miktar saldırgan Ermeni milisi, Hocalı’ya kadar ulaşabildi. Köye ulaşan Ermeni çetecileri ise, Azeri güvenlik güçleriyle adeta bir meydan savaşına girdiler. 1988’teki bu olayın neticesinde, Moskova’daki merkezî hükümetin emriyle Ermeniler Şuşa’dan, Azerbaycan Türkleri ise Hankendi’nden dışarıya sürülmüşlerdir. Bu aşamada Erivan’ın aldığı bir kararla, Ermenistan’da mukim Azerbaycan Türkleri de, trenlere doldurularak zorla sınır dışı edildiler. Azerbaycan hükümeti ise, buna hemen tepki verdi ve Sumgayıt ile Bakü şehirlerinde yaşayan Ermenileri sınır dışı etti. Sonrasında Bakü’deki otorite, Ermenistan’dan zorla çıkartılan Azerbaycan Türklerini Hocalı’ya yerleştirdi. Böylelikle Karabağ’daki Türklerin nüfusu pekiştirilmiş oldu. Bu demografik güçlenme ise, onları yerel Ermenilerin doğal hedefi haline getirdi. Daha önceleri bir ova köyü olan Hocalı, nüfusunun artması üzerine 1990 yılında ‘şehir statüsü’ne yükseltildi. Orta Asya’nın “safiri” olarak bilinen Fergana Vadisi’nde 1989 yılında büyük trajediler yaşamış olan Ahıskalar da bu şehre getirilip yerleştirilmeye başlandılar. Artan Türk nüfusu ölçüsünde, şehrin güvenliği için, Azerbaycan hükümeti, bölgeye İç İşleri Bakanlığı’na bağlı OMON polis güçlerini getirip konuşlandırdı; buna bölge halkından teşkil edilen Türk milis gücü de eklendi. Hocalı’daki hava alanı da, kısa süre içinde Türk otoritesinin kontrolüne geçti. Dolayısıyla Azerbaycan yönetiminin yürüttüğü yeni iskân planlamasının ana odağı, Hocalı oldu. 1991 yılında buranın nüfusu, 6.300 kişi olarak tespit edildi. Bu durumu kabullenemeyen Ermeni güçleri, askerî hazırlıklara başladılar ve Ekim 1991’de, önce Hocalı’yı Ağdam’a bağlayan yolu kestiler ve kenti bir şekilde ablukaya almaya başladılar. Bu hareketleriyle Ermeniler, o dönemde Yeltsin ve Nazarbayev’in ortaklaşa barış girişiminin sonucunda 21-23 Eylül 1991’de imzalanan Selisnovodsk Ateşkes Beyannemesi’ni de işlemez duruma getirmiş oldular.
Aralık 1991’de Stepanakert (Hankendi) çevresine doğru hızla yayılım gösteren Ermeni güçleri, Azerbaycan Türklerinin yaşadığı Kerkicahan kasabasını ele geçirdiler. Böylelikle Hocalı’nın etrafındaki abluka daha da güçlendirilmiş oldu. Kent, o sırada Elif (Alef) Hacıyev komutasındaki 160 kişilik hafif silahlı OMON güçleri tarafından korunmaya çalışılıyordu. Buna ilaveten, 200 kişilik bir halk milis gücü de bulunmaktaydı. Ermeniler, Hocalı’nın etrafını sardıkları için, şehrin dışarıyla tek irtibatını bir helikopter sağlıyordu. Bu helikopterin güzergâhı ise çok tehlikeli ve meşakkatliydi. Nitekim Amerikalı muhabir/yazar Thomas Goltz, saldırı öncesinde (Ekim 1991) bu tehlikeli yolculuğu yapan sayılı insanlardan biriydi. Hocalı’ya inen bu muhabirin ilk izlenimi ise şu olmuştu: “Hocalı’yı soğuk ve savunmasız buldum”. Bir müddet sonra (13 Şubat 1992’de) Ermeniler bu helikopteri de düşürdüler. Helikopter, daha önceden ancak 300’den az sayıda insanı bölgeden tahliye edebilmişti. 3.000 kişi civarındaki sivil halk ise, halen Hocalı’da bulunuyor ve çaresizce Ermeni taarruzunu bekliyorlardı. Kentte, çalışan tek bir telefon bile yoktu. Yakıt bulunamıyordu; elektrikler ve sular da kesikti.
1992 yılının başından itibaren, Ermeniler kendi verdikleri isimle, Stepanakert’ten yakın çevresine doğru yeni bir askerî harekât başlattılar. Etraftaki Azerbaycan köylerini teker teker ele geçirdiler. Binlerce Azeri yine sürgüne uğradı. Ermenilerin bu noktadaki ilk hedefi ise, Stepanakert’e 5 mil uzaklıkta bulunan Hocalı şehri idi. Ermeniler, Hocalı’yı zaten 3 yönden kuşatmışlardı. Dolayısıyla Hocalı’dan çıkış için tek olası yol, Ermenilerin “geri çekildiklerini söyledikleri” Ağdam tarafıydı. Bu şartlar altında, şehrin OMON komutanı Hacıyev, sivillere, saldırının hemen öncesinde Ağdam’a doğru kaçmalarını telkin etmişti. Cesaretlenmeleri içinse, OMON güçlerinin kaçanlara eşlik edeceği sözünü verdi. Bu güvenceyi alan çok sayıda sivil vatandaş ise, saldırıdan önceki gece, oldukça büyük bir kalabalık halinde karla kaplı ormanın içinden Ağdam’a doğru kaçmaya başladılar. Ayak bileklerine kadar gömüldükleri karlara rağmen, gecenin soğuğunda, Küçük Gargar nehrinin bulunduğu vadiden aşağılara doğru inmeye çalıştılar. Hocalı’dan kaçan siviller, sabahın erken saatlerinde, yanlarında az sayıda OMON ve milis gücü olmasına rağmen, Ermeni köyü Nakhiçevanik’in yakınlarına geldiler. Ancak bunların üzerine, tepelik yerlerden Ermeni güçlerince aniden bir yaylım ateşi açıldı. Çoğu insan orada hayatını kaybetti. Milisler de direnemediler ve hemen hepsi (Yaklaşık 100 kişi) hayatlarını kaybettiler. Zaten kaçanların bir kısmı da ormanda donarak can vermişlerdir. Dolayısıyla Hocalı’da 2 katliamın aynı anda olduğundan bahsedebiliriz: Hocalı şehrindeki katliam ve bölgeden kaçan Türk halkının iki çatışan güç arasındaki insansız bölgede uğradığı katliam… Üstelik Ermenilerin yaptıkları benzeri katliamlar, Hocalı’dan sonra da, Ağdaban, Bağanis-Ayrım, Ballıgaya, Meşeli, Malıbeyli, Karadağlı, Kuşçular ve Maragha’da da devam etti. Dolayısıyla Ermeniler, sivil, savunmasız halka karşı terör yöntemlerini bir savaş biçimine döndürdüler.
Tekrardan Hocalı şehir merkezine dönecek olursak, Ermeni çeteleri, 25 Şubat’ı 26’sına bağlayan gece yarısı (1992), şehre ani ve büyük bir baskın gerçekleştirdiler. Ermeni taarruzu, bilinçli olarak, 4 yıl önceki Sumgayıt olaylarının (kendi deyimleriyle “pogromlarının”) yıl dönümüne denk getirildi. Saldırı esnasında Ermeni güçlerine eşlik eden Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) 7. Ordusu’na bağlı 366. Motorize Alay da top, roket ve tank atışlarıyla Hocalı altyapısını ve hava alanını kullanılmaz hale getirdi. Bu ortamda BDT güçlerinin (neredeyse tümü Slav kökenli askerlerden oluşan) desteğiyle bölgeye gelen Ermeni birlikleri, Hocalı’da tam bir katliam yaptılar. Rusların bu aşamada Ermeni güçlerine verdiği desteğin nedenini birçok şekilde açıklamak mümkündür. Buna, merkezî otoriteden uzaktaki bu başıbozuk askerlerin Ermenilere yönelik hissettikleri ‘din kardeşliği’ duygusundan, 1990 yılında Sovyet Rusya’nın (Bakü Azatlık Meydanı’ndaki “Kanlı Ocak” katliamına tepki olarak) Muttalibov yönetimi tarafından Hazar petrolleri işinden dışlanmasına karşı duyduğu tepkiselliğe kadar, pek çok açıklama getirilebilir. Nitekim Azerbaycan makamları, adı geçen BDT-Rus birliğinin saldırıya fiilen karıştığını tespit etmişlerdir. Moskova ise, ilkin İzvestiya gazetesi üzerinden bu iddiayı çürütmeye çalıştı ve BDT askerlerinin esasında Azerbaycan Türklerini savunduğu iddiasında bulundu. Ermenistan tarafı ise, akıl almaz bir sav ileri sürerek, bu katliamları kendi insanlarına karşı, Ermenileri suçlayabilmek için Azerbaycan hükümetinin organize ettiği saçmalığını ortaya attı.
Neticede Hocalı’da, 613 Azerbaycan Türkü (106’sı kadın, 83’ü çocuk olmak üzere) vahşice öldürülürken, 487 kişi yaralandı, 1.275 kişi rehin alındı, 150 kişiden ise hiç haber alınamadı. Dağlık Karabağ Savaşı (1992-1994) boyunca, yaşanan en büyük can kaybı, şüphesiz, Hocalı’da olmuştur. Hocalı katliamının acı haberleri, biraz zaman alsa da tüm dünyaya yayılmış ve herkesi müteessir etmiştir. Batıda başta bu trajik görüntülere pek kimse inanmak istemedi. Çünkü o güne kadar ihtilafın Batı medyasına yansıması, Batıdaki diasporanın etkisiyle, Ermenilerin saldırgan olarak değil, mağdur olarak gösterilmesi istikametindeydi. Ama Ermenilerin yaptığı bu katliamı uluslararası düzeyde ilk doğrulayan merci, bölgeye en kısa zamanda görevlilerini ulaştıran, Moskova İnsan Hakları Merkezi oldu.
Hocalı’daki bu vahşete tanıklık eden Fransız gazeteci Jean-Yves Junet de, gördükleri karşısında “Hocalı’daki gibi bir vahşete, umarım kimse tanık olmaz” değerlendirmesinde bulundu. Ermeniler, saldırı sırasında askerlere değil, sivil halka saldırmışlar ve bölgede açıkça bir etnik temizlik yapmışlardır.
Bu vahşet karşısında Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ayaz Muttalibov, mantıksızca davranarak, katliamın kendi yetersizliğinden dolayı değil de, milliyetçi Halk Cephesi muhalefeti yüzünden olduğu argümanını kullanmaya çalıştı. Ancak, Hocalı katliamı, Bakü’de büyük bir siyasî krize neden oldu. Azerbaycan halkı, Hocalı’yı koruyamadığı için hükümeti protesto etmeye başladılar. Katliam öncesinde, kentteki kuşatmayı kırmak için herhangi bir önleyici askerî operasyon yapılmamıştı. Hâlbuki olaydan kurtulanlardan Salman Abbasov, bu trajik hadiseden önce, Ermenilerin radyodan birkaç kez “Hocalı’yı ele geçirecekleri ve halkın orayı terk etmesi” uyarısında bulunduklarını söylemişti.
3 Mart 1992’de Azerbaycan Meclisi’nde, muhalefet (Halk Cephesi), Cengiz Mustafayev’in Hocalı’da çektiği video görüntülerinin Meclis’te gösterilmesini talep etti. İzlenen bu video filminin ilk 10 dakikası bile, Azerbaycan üzerinde şok etkisi yarattı. Bu trajik görüntüler karşısında Azerbaycan halkının millî duyguları şahlanışa geçti. Öyle ki, Hocalı trajedisi, Azerbaycan’da ulusal bilincin ve tarihî hafızanın en önemli nesnesi haline dönüştü. Dolayısıyla bundan sonra binlerce erkek, hemen cepheye gitmek için gönüllü olarak orduya yazılmaya başladılar. Muttalibov ise, 6 Mart 1992’de muhalefetin ültimatomu neticesinde cumhurbaşkanlığı görevinden istifa etmek zorunda kaldı.
Bu trajedinin ardından, Moskova da, BDT başkomutanı Yevgeni Şapoşnikov’un emriyle, 366. Motorize Piyade Alayı’nın Karabağ’dan hemen çekilmesi kararını verdi. Hatta geri çekilme sürecini hızlandırmak için, ağır silahlı refakatçi birlikler de bölgeye gönderildi. Fakat yerel Ermeniler, bu gücün geri çekilmesine mani olup, yolları kapattılar. Bunun üzerine BDT güçleri ağır silahlarını Ermenilere terk ederek, Mart ayı içinde, helikopterlerle bölgeden çekildiler. Bu arada, etraftaki askerî birimler henüz Moskova’dan tam anlamıyla kontrol edilemiyorlardı. Birimlerde bariz bir başıbozukluk mevcuttu. Nitekim Yuri Nikolayeviç gibi Slav asıllı bazı Spetsnaz generalleri bölgede kalarak, bu aşamada da Ermeni güçlerini eğitmeye devam ettiler.
Hocalı, Ermenilerin eline geçtikten sonra, hava alanı hızlıca onarıldı ve tekrar açıldı. Hava alanının işlemeye başlamasıyla birlikte ise, Ermenistan, Dağlık Karabağ Ermenilerine her türden silah ve mühimmatı kolaylıkla gönderebildi. Bu durum ise, cephede Ermeni güçlerinin işine fazlasıyla yaradı. Ermeniler, öncelikle Askeran ile Stepanakert (Hankendi) arasındaki lojistiği kontrol altına aldılar ve hemen ardından ise, stratejik iki önemli nokta olan Şuşa ve Laçin’i işgal ettiler. Dolayısıyla çatışmalar, Hocalı’nın ardından, iki düzenli ordu arasındaki ‘konvansiyonel bir savaş’ haline geldi. Bu aşamaya kadar, iki taraf arasındaki çatışmalar, sanki karşılıklı bir ‘gerilla savaşı’ görüntüsünde devam ediyordu.
Türkiye’nin Azerbaycan’la dayanışması ise, bu aşamadan sonra daha da güçlenmeye başladı. Azerbaycan-Ermenistan arasındaki karşılıklı husumet hislerinin yanında, Azerbaycan halkı Rusya ve BDT’ye de tepki gösterdi. Hatta öyle ki, Azerbaycan hükümeti ve meclisi, Haydar Aliyev iktidarı dönemine kadar, BDT’ye katılmayı reddetti.
Hocalı katliamı, acısı daha dün gibi taze hissedilen ve cezasız kalmış bir soykırım olarak görülmektedir. Sorumlular, başta o dönemki Ermenistan Savunma Bakanı Serzh Sarkisyan (2008-2018 arasında Ermenistan’ın cumhurbaşkanıydı) olmak üzere, henüz hukuk önünde hesap vermemişlerdir. Dolayısıyla yaşanan bu katliamdan sonra, Azerbaycan devleti, trajediyi yargı önüne taşımaya çalışmış ve olayı bir ‘soykırım ‘ ve ‘insanlık suçu’ olarak tespit edecek bir uluslararası yargı mercii kararı çıkartmaya gayret etmiştir. Bu çabaları ise sonuç vermeye başlamıştır. Nitekim AİHM, almış olduğu 22 Nisan 2010 tarihli kararda, Hocalı’da yaşananları, “savaş suçları veya insanlık aleyhine suçlarla eş değer eylemler” olarak kabul etmiştir. Bugün için, 27 ülke ve ABD’nin 23 eyaleti, meclislerinden çıkardıkları çeşitli kararlarla, Hocalı Soykırımı’nı resmen tanımışlardır. Ancak bunların arasında ilginç bir biçimde Türkiye bulunmamaktadır.
Son olarak bu konuyu da irdeleyelim. TBMM Dış İlişkiler Komitesi, Şubat 2012’de bir bildiri yayımlayarak, Hocalı’da yaşanan vahşeti resmen kınamıştır. Bu hadisenin soykırım olarak tespiti açısından ise, Azerbaycan’a her türden desteği verme kararını almıştır. Ancak bilindiği üzere Türkiye, kendisinin de muhatap olduğu ‘1915 - “sözde” soykırım’ iddiaları karşısında, ulusal veya uluslararası parlamentoların, ulusal veya uluslararası örgütlerin, tarihçilerin ya da siyasetçilerin ‘soykırım’ suçunu tespit edemeyecekleri argümanını resmî politikası haline getirmiştir. Dolayısıyla bize göre, bu tip suçların işlendiğinin ancak ulusal ya da uluslararası yargı organları tarafından tespit edilmesi gerekmektedir. Öte yandan Türkiye, kendisinin muhatap olduğu suçlamalara karşı, “soykırım yoktu, savaş vardı” argümanını ileri sürmektedir. Hatta bu sloganı zaman zaman Ermeniler de kullanmaktadırlar. Ancak şurası açıktır ki, bu iki örnek birbirine bu açıdan hiçbir şekilde benzememektedir. Zira Türkiye, 1915’te gerçekten bir vatan savunması içindeydi; Ermeniler ise 1990’larda bir vatan savunması yapmıyorlardı, onlar açıkça Azerbaycan topraklarına ve vatandaşlarına tecavüz etmekteydiler. Bu ikisinin aynı kefeye konulması mümkün değildir.
Yazımı burada bitirirken, tekrardan kardeş Azerbaycan halkının acılarını gönülden paylaşmak istiyorum. Saygılarımla…