Kudüs Strateji ve Güvenlik Enstitüsü analizcilerinden emekli Albay Gabi Siboni, şunu salık vermiştir: “İsrail’in beklenen kara operasyonunu, sadece Gazze şeridiyle sınırlaması”. Nitekim İsrail’deki askeri çevreler de yoğun olarak bunu tartışmaktadırlar. Onlara göre, öncelikli hedef, Hamas’ı bitirmek ve Gazze Şeridi’ni tamamen ele geçirmek olmalıdır. İsrail zaten on yıllardır, bu bölgeyi Hamas’tan temizlemeye (2008 Dökme Kurşun Operasyonu ve 2014 Koruyucu Hat Operasyonu ile) çalışmaktaydı. Hatta İsrail’de Gazze Şeridi’ni, hayattayken Arafat’ın idaresine bırakmanın daha uygun olduğunu düşünenler çoğunluktaydılar. İşte şimdi de İsrail için böyle bir fırsat doğmuş oldu. Nitekim İsrail yönetimi, halkın, kuzeydeki Gazze kentini terk etmesini istemiştir. Filistin yönetimi başkanı Mahmut Abbas ise, “Gazze kentindeki insanların tehcir edilmeleri, ikinci Nekbe (büyük felaket) olacaktır” demiş ve Gazze’ye insanî bir koridor açılmasını önermiştir.

israil-filistin-savaşı.-25470

Bu arada uluslararası toplum neler yaptı? 12 Ekim günü BM’nin üyeleri (ABD ve İsrail dışında), Filistin’de barışın sağlanması için, 1967 sınırlarının esas (başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devleti) alınması çağrısında bulundular. BM-Genel Kurulu’nda Filistin’le ilgili olarak yapılan oylamada, devletler ezici bir çoğunlukla “Filistin lehine” oy kullandılar. Dolayısıyla, Doğu Perinçek’in de isabetle belirttiği üzere, Amerikan emperyalizmi ve İsrail Siyonizmi’ne karşı çok güçlü bir “insanlık cephesi” oluşmaya başladı. Hatırlanırsa, 2017 yılında da, Türkiye ve Yemen’in BM-Genel Kurulu’na ortaklaşa sunduğu benzer bir Kudüs tasarısı için yapılan oylamada, 9’a karşı 128 lehte rey çıkmıştı. Bu arada 55 üyeli Afrika Birliği de, gerilimin ana nedeni olarak, “Filistin’in egemenliğinin inkâr edilmesini” gördüklerini açıkladı. Nitekim uluslararası camia, İsrail’in Gazze’de savaş suçu işlediğine kanaat getirdi. Rusya da tereddütsüz bir biçimde bu camianın içinde yerini aldı. Nitekim Başkan Putin, “1967 sınırlarına göre bağımsız bir Filistin devletinin kurulması zorunluluktur” ifadesini kullandı.

erdoğan-itidal-çağrısı.112

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın reaksiyonu ise, 11 Ekim’de ifade ettiği üzere, “itidal çağrısı” şeklinde oldu. İyi niyetle böyle bir çağırıda bulunan Erdoğan, “İsrail, devlet gibi değil de, örgüt gibi davranırsa, sonunda örgüt [her halde terör örgütü demek istedi] gibi muamele göreceğini unutmamalıdır” dedi. 

Türkiye esasen, ABD’nin Kuzey Suriye’de düşürdüğü SİHA’sı konusunda da itidalli davranmayı tercih etmiştir. Milli Savunma Bakanlığı ilk etapta bu SİHA’nın Türkiye’ye ait olmadığını açıkladığında, Pentagon bunun bir Amerikan F-16’sı tarafından düşürülen Türk SİHA’sı olduğunu belirtmekten çekinmedi. O sırada bu F-16’nın İncirlik’ten kalkış yaptığı da iddia edildi. Ancak Türk Savunma Bakanlığı (12 Ekim), SİHA’yı düşüren savaş uçağının İncirlik’ten değil, Ürdün’den kalkmış olduğunu duyurdu. Bu anlamda İncirlik iddiası, bir “spekülasyon” olarak değerlendirildi. Erdoğan ise, düşürülen SİHA konusunda sadece “deftere yazdık” sözleriyle ABD’ye mesaj gönderdi. Bu mesaj sanki Washington yönetiminden ziyade CENTCOM ve onun akıl hocalarına yönelik verilmiş gibiydi. Zaten CENTCOM da konuyla ilgili daha önceden attığı cüretkâr twitlerini aceleyle silmiştir.

abd-türk-sihası-dusurdu.12

Öte yandan ABD, İsrail-Hamas krizinde çok ciddi jeostratejik yaralar aldı. Hatırlanırsa Çin, yakın zaman önce, Ortadoğu’da Suudi-İran yakınlaşmasını organize etmişti. Dolayısıyla ABD, Ukrayna sahası gibi, Ortadoğu’da da etki kaybına uğrama tehlikesiyle karşılaştı. Washington bu durumda karşı hamleler yapmaya çalışarak, İsrail-Suudi yakınlaşmasını örgütledi ve Çin’in Kuşak-Yol girişimine karşı bir alternatif olarak, İsrail üzerinden Akdeniz’e çıkış yapacak olan Hindistan ticaret yolu projesini ön plana çıkarmak istedi. Ancak Hamas’ın bu son saldırısı, oyunu/planı bozdu ve Araplar, İsrail’le yakınlaşmaktan (en azından şimdilik) vazgeçtiler. Bu durumda ABD, Filistin yanlısı cepheyi yarmak ve bu anlamda da “Yeni bir Ortadoğu yaratmak” için harekete geçti. Biden, “Filistinlilerin, çocukların kafasını keserken çekilmiş görüntülerini seyrettim, bunun Holokost’tan sonra, Yahudiler için en ölümcül gün olduğunu düşünüyorum” dedi ve konuşmasında, uzun uzun İsrail’in yanında yer aldıklarını vurguladı. Bu sözleriyle o kadar ileri gitti ki Beyaz Saray, daha sonradan, “kafa kesme olayına ilişkin herhangi bir kanıt yok” şeklinde açıklama yapmak zorunda kaldı. Hamas ise, 11 Ekim’deki beyanatında, çocukları öldürmediklerini ifade etti.

ABD-ortadogu-PROJESİ

Krizin hemen başında ABD, İsrail’e destek mahiyetinde, 6. Filo’nun ana unsuru olan uçak gemisini (USS Gerald R. Ford) İsrail karasularına gönderme kararı aldı. Bu sevkiyatın 2 temel sebebinin olduğu vurgulandı: (1) İsrail, Gazze’ye kara saldırısı yaptığında, üçüncü tarafların Gazze’de Hamas’a ve Filistin’e olası yardımlarını önlemek; bunun için kara sınırında tedbir almak ve (2) İsrail’in Gazze’yi denizden ablukasına yardımcı olmak.

ABDE-UÇAK-GEMİSİ-ISRAİLE-GELDE

6. Filo’ya bağlı bu uçak gemisi grubunda, sayıları 150-200’e yakın son derece gelişmiş uçaklar bulunmaktadır. Bu grupta 4 adet Arleigh Burke sınıfı muhrip (90’ar füzesiyle) ve 1 Ticonderoga sınıfı kruvazör vardır. Üstelik bu deniz gücü, 1 ay kadar önce de Antalya açıklarında faaliyette bulunan Abdülhamit Han sondaj gemimizin birkaç mil ötesine kadar yaklaşmış ve adeta “Seville Üniversitesi haritasının” üzerinde konumlanmıştı. Hatta bu gemide Baykar yönetim kurulu başkanı Selçuk Bayraktar da bir selfie paylaşmıştı. 100 bin tonluk ağırlığıyla, dünyanın en gelişmişi olarak kabul edilen bu uçak gemisi, İsrail’e doğru seyrederken Girit’teki Suda üssünde duraklayarak, filosundaki diğer savaş gemileri için yakıt ikmali (Yunan akaryakıtıyla) yapmıştır. Uçak gemisi ise nükleer tahrikle çalışmakta olup, yakıt almadan 20 senenin üzerinde seyir halinde kalabilmektedir. 13 Ekim’de yayımlanan Navtex’e göre, bu grup 16-20 Ekim tarihleri arasında, İsrail açıklarında atış talimi yapmıştır. İlgili Navtex, Antalya istasyonundan yayımlanmıştır. Güney Kıbrıs yönetimi ve Yunanistan ise, Antalya’yı bölgede geçersiz bir istasyon olarak görmektedirler. O sırada Türk deniz kuvvetleri de, Kıbrıs adası açıklarında (23-27 Ekim tarihleri arasında) tatbikat yapacağını (Şehit Teğmen Caner Gönyeli Arama ve Kurtarma Davet Tatbikatı) duyurarak, bir başka Navtex yayımlamıştır. Hatta Rus donanma gücü de aynı tarihlerde Suriye’nin Tartus limanı açıklarında bir deniz tatbikatı başlatmıştır.

12-Ekim’de-Suriye-ile-ilgili Ulusal-Acil-Durum-kararını

ABD’nin bölgeye yığdığı bu sistemler, Türk hava gücünün Suriye hava sahasında operasyon yapmasını da engelleyebilecek bazı sonuçlar doğurabilecektir. Gerçi bu bağlamda hem Türkiye hem de Suriye’de bulunan S-400 hava savunma sistemleri koruyucu mahiyette devreye girebilecektir. Nitekim Biden, bölgedeki “Türk operasyonlarının kendileri için büyük bir tehdit olduğunu” zaten uzun süredir vurgulamaktaydı. Amerikan başkanı, 12 Ekim’de Suriye ile ilgili Ulusal Acil Durum kararını, 1 yıl daha uzatma yoluna gitti. Hatırlanırsa, Trump yönetimi, TSK daha Barış Pınarı harekâtını yaparken, 14 Ekim 2019’da bu kararı almıştı ve bu, günümüze kadar peyderpey uzatılmıştı. Bahsedilen bu kararın dibacesinde, Türkiye’nin icra ettiği Suriye operasyonlarının ABD’nin IŞİD’le mücadele kampanyasını baltaladığı vurgulanmaktadır. Bu tespit doğal olarak Türk-Amerikan ilişkilerine olumsuz etki etmiştir. Kararda net olarak şu ifade geçmektedir: “Bölgedeki Türk operasyonları, sivilleri tehlikeye atmaktadır; bölgesel güvenliğe zarar vermektedir. ABD’nin ulusal güvenliğine ve dış politikasına da olağanüstü bir tehdit oluşturmaktadır.”

Erdoğan ise, doğal olarak, bütün bu sürece ve ilgili karara yönelik oldukça ağır tepkiler göstermiştir. Önce, 10 Ekim günü, “ABD uçak gemisinin burada ne işi var? Gazze ve çevresini mi vuracak? Suriye’de 23 Amerikan üssü var. Bunların da Suriye’de işi ne?!” demiştir. Hemen sonrasında, 12 Ekim günü ise, “ABD, ikinci uçak gemisini [113 tonluk-90 uçak taşıyan USS-Dwight Eisenhower] gönderiyor. Amerika nire, İsrail-Filistin nire?” çıkışını yapmıştır. Nitekim bu ikinci Amerikan uçak gemisi grubu da, 6. Filo’ya destek olmak için Virginia Norfolk’tan yola çıkmıştır. Amerika’nın Basra Körfezi’ndeki 5. Filo’su ise henüz hareketlenmiş değildir. O daha ziyade bulunduğu bölgede İran’ı dengelemeye devam etmektedir. Hâlihazırda İsrail açıklarında bulunan ve yaklaşmakta olan uçak gemilerindeki uçakların uçuş menzili 1.800 km civarında olduğu için, bunlar doğrudan İran’ı hedefleyememektedirler. Yani anlaşılan, İran, 5. Filo’nun hareket alanı içindedir. Dolayısıyla Akdeniz’de bulunan unsurların ancak Lübnan ve Suriye için (hatta belki de Türkiye için) bir takım sonuçları olabilecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13 Ekim günü yaptığı açıklamada kullandığı, “ABD’nin, PKK’nın Suriye’deki uzantılarıyla yürüttüğü faaliyetler, Türkiye’nin milli güvenliği için olağanüstü bir tehdittir” şeklindeki cevabî tepkisi ise, bu konuda son noktayı koymuştur. Nitekim Erdoğan’a göre, “ABD’nin Türk SİHA’sını düşürmek gibi faaliyetleri, Suriye’yi bölmeye çalışan terör örgütlerine cesaret vermektedir”. Bunun ise müttefikliğe sığan bir tarafı bulunmamaktadır.

Bu sözler, ABD’yle Türkiye’nin yeni bir hesaplaşma dönemine girdiğini göstermektedir. Dolayısıyla kamuoyunda artık şu gibi sorular daha sık sorulmaya başlanmıştır: ABD üslerinin Türkiye’de ne işi var; Dedeağaç ve Ege’deki Amerikan üslerinin buralarda ne işi var gibi…

ABD’nin ardından İngiltere de Doğu Akdeniz’e savaş gemisi gönderme kararı almıştır. Bu destekler ise İsrail’i rahatlatmaya yetmiştir. Nitekim İsrail 12 Ekim günü, bu güvenle ve yine her zamanki gibi Hizbullah gerekçesiyle, Suriye’nin Şam ve Halep hava limanlarını vurmuştur. Ancak bu saldırılar bölgedeki durumu değiştirmemiştir. 

ABD’de ise kafalar iyice karışmıştı. Hamas’ın arkasında İran’ın olduğu zaten biliniyordu. Bölgedeki dengeler giderek İran’ın lehine değişmekteydi. Nitekim CFR yöneticisi Steven A. Cook (Foreign Policy Dergisi, 9 Ekim): “Zafer, İranlılarındır” başlıklı bir yazı kaleme aldı. İran’ın desteklediği Lübnan Hizbullah’ı ise, direkt ABD’yi hedef alarak şu uyarıyı yaptı (11 Ekim): “ABD, Gazze’ye müdahale ederse, füzelerimiz ABD üslerini hedefleyecek”.

Bu ortamda Biden da, İsrail ziyaretini gerçekleştirmeden hemen önce, 16 Ekim’deki açıklamalarıyla, frene basma ihtiyacı duydu ve “İsrail’in Gazze’yi işgal etmesinin, büyük bir hata olacağı” uyarısında bulundu.

Tabii ki Biden’ı bu mesajı vermeye iten bir takım somut gelişmeler olmuştur. Öncelikle İran dışişleri bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan müthiş bir mekik diplomasisi sergiledi. Ardı ardına Irak, Lübnan ve Suriye’yi ziyaret etti. Hatta Suriye’yi ziyaret ederken, İsrail, Suriye havalimanlarını (Şam ve Halep’teki) vuruyordu. Öte yandan İran, ABD’ye “bizim de parmağımız tetikte” mesajını verdi. Hizbullah da, benzer bir pozisyon aldı. Bu arada Suudiler (veliaht prens Muhammed bin Selman’ın ağızından), İsrail’le normalleşme sürecini resmen bitirdiklerini açıkladılar. Amerikan dış işleri bakanı Blinken’ın Riyad ziyareti de bu sonucu değiştirmedi. Mısır ise, seçim (10-12 Aralık tarihleri arasında yapılacak) atmosferine girmiş olduğu bir ortamda, bu yaşanan kritik gelişmeler karşısında, “Gazze boşaltılamaz” mesajını verdi ve Gazze’ye barış getirebilmek amacıyla bölgesel bir zirve toplantısı yapılmasını planladı. Bu zirve öncesinde Kahire’de Fidan-Şükri buluşması gerçekleşti.

RUSYA-ORADOĞU-PLANI.1222

Öte yandan Ortadoğu karıştıkça, Rusya rahatladı. Bölgede değişen dengeler onun yararına oldu. Putin, İsrail’in olası kara harekâtını engelleme amaçlı açıklamalar yaptı. Moskova, fırsattan istifade, çevresini yeniden konsolide etmeye başladı. Örneğin, düzenlenen ortak tatbikatın ardından, Kırgızistan ile birleşik bir bölgesel hava savunma sistemi kurma sürecini devreye soktu. Öte yandan Rusya-Türkiye-Azerbaycan arasında Türkiye’de kurulması planlanan gaz merkezi üzerine görüşmeler, uzun bir aranın ardından yeniden başlatıldı. Bu yönde Gazprom ve Botaş, ortaklaşa bir yol haritasıhazırladılar.

Azerbaycan lideri İlham Aliyev ise, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve yanındaki 200 kişilik heyeti kabul ederek, onları Bakü’de ağırladı. Bu, sembolizm yüklü bir ziyaret oldu ve ziyaret sırasında Tatar, “Bir millet, 3 devlet” vurgusu yaptı. 

Bu arada Ermeniler ise, Azerbaycan’ı çok ironik ve hatta trajikomik bir şekilde Uluslararası Adalet Divanı’na, Dağlık Karabağ’da etnik temizlik uyguladığı iddiasıyla şikâyet ettiler. Şikâyetin temel gerekçesi/dayanağı, “Dağlık Karabağ bölgesinde güya neredeyse hiç Ermeni halkının kalmadığı” iddiası oldu. Ancak bu gerekçeyi ileri sürerken ne yazık ki, sanki 1992-2021 arası dönemde, bölgede gerçekleştirdikleri katliam ve tehcirleri unutmuş gibiydiler.

Bahsettiğimiz kritik gelişmeler yaşanırken, ilk kez 2 yıllığına olmak üzere, Irak-Suriye tezkeresi de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşüldü ve karara bağlandı. Tezkeredeki “yabancı askerler” mevzuu tartışma konusu oldu. Bu konu ana muhalefet partisi CHP tarafından eleştirel olarak dile getirildi. Hâlbuki bu ibare, 2014’ten beri sunulan bütün Irak-Suriye tezkerelerinde geçmekteydi. Dolayısıyla bu bir şablondu ve yeni bir durum değildi. NATO kapsamında bir üs durumunda olan İncirlik’teki İspanyol askerlerinin kontrolünde bulunan Patriot hava savunma sistemi bataryası gibi ya da Kürecik’teki (yine NATO kapsamındaki) 15 Amerikalı görevli personel gibi yabancı askerî varlıklar zaten uzun süredir Türkiye’de bulunmaktaydılar. Bu arada İspanya Patriot bataryasının Türkiye’deki görev süresini 1 yıl daha uzatmıştır.

İsrail-Filistin olaylarının, gündemi yoğun şekilde meşgul ettiği bu ortamda, dış ve güvenlik politikamızı ilgilendiren ve Türkiye açısından NATO’yla olumlu ilişkilerin hızlanarak sürdüğünü gösteren başka gelişmeler de meydana geldi. Örneğin, Karadeniz’de NATO ittifakı bağlamında, deniz mayınlarıyla mücadele amaçlı olarak, Türkiye-Bulgaristan-Romanya Üçlü Girişimi başlatıldı. Türkiye ayrıca NATO’nun Romanya’daki “hava polisi misyonuna”, F-16’larıyla katkıda bulunma kararı aldı. Bu misyon, Aralık 2023 ilâ Mart 2024 arası dönemde gerçekleştirilecektir. Türkiye, ayrıca yine NATO çerçevesinde Kosova’daki görev gücü olan KFOR’un komutanlığı misyonunu da 1 yıllığına üstlendi.

TURKİYE-NATO-HAVA-POLİSLİĞİ-5

Bu olağanüstü gelişmeler arasında, Suriye’de ise, IŞİD’e karşı Uluslararası Koalisyon ile “sözde” Suriye Demokratik Güçleri, 12 Ekim tarihinde Haseke’de ortak bir askerî tatbikat düzenlediler. Bu konu da maalesef artık rutine binmiş gibi oldu ve Türkiye’nin gündemini fazlaca meşgul etmedi.

17-18 Ekim tarihlerinde, Pekin’de 3. Kuşak ve Yol İşbirliği Forumu çerçevesinde, 110 ülke temsilcisi biraraya geldiler ama ilginç bir şekilde Türkiye bu toplantıya üst düzey bir katılım göstermedi. Bu ise kimi çevrelerde eleştiri konusu oldu. Ayrıca Türk kamuoyu ve siyaseti maalesef, 15-16 Eylül’deki “Havana-G-77+Çin zirvesine” de pek ilgi göstermemişti. BM çerçevesinde 77’ler Grubu’nun üyesi olan 130’dan fazla ülke ve Çin (77’ler grubuna dâhil değildir) bu platformda biraraya gelmişlerdi. Unutulmamalıdır ki, 77’ler Grubu, dünya nüfusunun yaklaşık %80’ini temsil etmektedir.

(devam edecek…)