Sarıbal’ın önergesinde Tarım Bakanı Yumaklı’ya yönelttiği sorular ve konu hakkındaki açıklamaları şöyle:
Erzincan Merkez Cemal Gürsel Mahallesi’nde bulunan meralarının Valilikçe “toplu sera bölgesi projesi” yapılmak üzere, meralıktan çıkartılması hakkında;
- Bahsi geçen mahallede bulunan meraların, sera olarak yeniden düzenlenmesi hangi tarihte, hangi gerekçe ve hangi kurumun talebi ile gerçekleşmiştir?
- Meraları kullanan besiciler bu süreçte bilgilendirilmiş, sürece dahil edilmiş, değerlendirmeye alınmış mıdır?
- Bu merada otlayan hayvan sayısı hakkında bir inceleme yapılmış mıdır? Meraları kullanan en az 1.500 küçükbaş ve 50 büyükbaş hayvan olduğu ve meranın 3 köy tarafından kullanıldığı bilgisi doğru mudur?
- Mera vasfının kaldırılması sürecinde gerekli raporlama yapılmış mıdır? Raporun detayları nelerdir?
- Bahsi geçen mera alanın yüzölçümü nedir? Ne kadarının mera vasfı kaldırılmıştır? Ne kadarı pay edilmiş, pay edilmesi planlanan ne kadarıdır?
- Meralar hangi kurumlara, ne kadar, ne şart ve vade ile ne tutar karşılığında pay edilmiştir?
- İlgili süreçte Valiliğin ve Vali’nin, Belediye ve Belediye Başkanı’nın rolü ya da payı nedir?
- Pay edilen arazilerde yürütülen projenin tarafları kimlerdir, ihale, yapım, işletim süreçleri hangi kurumca yürütülmüştür?
- Sera kurulumu işinin Vali Bey’in yakınlarınca yapıldığı bilgisi ne ölçüde doğrudur?
- Belediye’ye tahsis edilmiş meralar ile ilgili tasarruf ne olmuştur, son durum nedir?
Gıda Hakkı Kimseye Bırakılamaz
Dünyada 1 yılda olanlar hemen hemen ülkemizde bir günde oluyor. O kadar aktif, o kadar hızlı bir süreci yaşıyoruz hep beraber. Ama değişmeyen bir şey var. Toplumun yaşam biçimi, yaşama, ayakta kalabilme mücadelesi. Burada da en önemli şey elbette toplumun yeterli ve dengeli beslenmesi. Elbette enflasyon diyeceksiniz. Elbette ekonomik meseleler. Ama gıda bir haktır. Gıda hakkını koruması gereken ve bunu toplumun bütün kesimleri için adil, eşit, olabildiğince hakkaniyetli dağıtma ve sağlama sorumluluğu bizatihi iktidarın, hükümetin hatta devletin sorumluluğudur. O yüzden gıda egemenliği meselesi, tarım meselesi, üretim meselesi siyasi, politik bir alandan çıkarılmalı, kamu, devlet mekanizmasının mutlaka ve mutlaka oluşturulması lazım. Devlet politikası, dünyada gelişmiş, organize olmuş, akıldan, bilimden, mantıktan olan hiçbir ülke halkının, toplumun gıda güvencesini gıda hakkını ne siyasilere, ne politikacılara, ne kamu görevlerine, ne de çok uluslu şirketlere bırakmaz. Devlet olarak bunu kendi olanaklarıyla sağlar. Ne demek istiyoruz? 780 bin kilometre kare toprağı olan ve yaklaşık olarak 300 milyon dönüm tarıma, tarımsal alanlara ayrılabilecek toprak varlığı olan kocaman bir devletten bahsediyoruz. Kocaman. Evet. Rakamlarla kocaman. Böyle bir devletin 7 bölgesi, 4 iklimi var. Suyu, toprağı, her şeyi var. Ve yıllarca kendi kendini idare edebilmiş, insanını aç, açıkta bırakmamış. 1980 paradigması ve bugün geldiğimiz nokta. 2002 AKP iktidarı, 2009’dan itibaren başlayan hızlı bir dışa dönük hayvancılık politikası ve bugün geldiğimiz noktada dışa bağımlı bir hayvancılık sektörü.
Gıda Meselesi İnsanlık Meselesi
Bu salonda kameralar, şu perdeler, şu duvarlar anladı. Maalesef iktidar anlamadı. Mesele o. Çünkü anlamak istemiyor. Beyninin o tarafını kapatıyor. Ne tarafı açık? maalesef çok üzgünüm. Bu ülkenin kaynaklarını kötü kullanma bölümü açık. Çok net söylemek lazım bunu. Hayvancılıkla ilgili ya da tarımın bütünüyle ilgili defalarca bakanlar geldiler dediler ki üç yıl içerisinde sorunu çözüyoruz. Bir daha ithalat olmayacak. Beş yıllık plan yapıyoruz. Bir daha dışarıdan ithalat yapmayacağız. Değerli basın emekçileri, hayvancılık sorununu, et sorununu, süt sorununu, peynir sorununu ya da insanımız hayvansal proteini elde ettiği gıda sorunu meselesi bir insanlık meselesi dedik. Bu sorunu çözmenin yolu da hayvancılıkta yem sorununu çözmekten geçmektedir. Eğer siz yem sorununu çözemiyorsanız hayvancılık sorununu çözemezsiniz. Et sorunu çözülmeden süt sorunu çözülemez. Yem sorunu çözülmeden et sorunu da çözülemez. Peki bunun kaynağı ne? Var olan kaynaklarımız.
Meralar Yaşamsal Önemde
Değerli basın emekçileri, defalarca bu salonda söyledim. Meralarımızı bizim ciddi anlamda ıslah edip hayata geçirmek zorundayız. Verimli hale dönüştürmek zorundayız. Bakın çok basit iki rakam vermek isterim. AKP iktidarı döneminde 100 milyar doların üzerinde yem ve canlı hayvan ve ete para verildi. 100 milyar doların üzerinde. 1 milyar dolar için hangi başbakanlarımızın nerede tahtla attığını herhalde herkes biliyor.
Yaklaşık 2009 2010 yılından bugüne kadar 13 yılda yaklaşık olarak canlı hayvan ve ete 12 milyar dolar ödedik arkadaşlar. Sadece 2023, 1.4 milyar dolar. Ve bugün 2024’ün 1 Ocak’ından bugüne kadar 35 bin ton et aldık. Bir tanesi salmonellalı çıktı, piyasaya sürmüyoruz dediler, imha ediyoruz dediler. Gerçekten anlaşılır gibi değil. denetim, kontrol, karantina. Nerede bunlar? Hak getire, bakanlık nerede? Almışız defomuza, defomuzda yaptığımız analizler sonucu bu çıkıyor. Hemen sene başında 600 bin sığır daha büyük baş canlı hayvan alacağımızı tekrar ilan ettik. Yani ithalata devam. İktidar şöyle bakıyor olabilir. Ya canlı hayvanı ithal ediyorum. Eti de ithal ediyorum. E hayvancılıkta kullanan yemin kesif yemin yüzde ellisini de ithal ediyorum. Ne gereği var bu ülkede üretmeye? Bir alternatiftir, bir düşüncedir. Ama çıkıp bunu mertçe söyleyeceksiniz. Onurluca bir ülkenin yönetimini, erdemini ortaya koymak zorundasınız. Böyle küçük çiftçi sistemden çıkartan, sürekli çiftçiyi ezen bir mekanizmayla bu işi sürdüremezsiniz. Tahıl koridorunu defalarca anlattım değil mi? Ukrayna’dan bir gemi çıktı, bizim beyler burada devlet töreni yapmaya kalktılar. Maalesef gerçek bu Fransız nişanı aldı bir Bakanımız. Hayvancılık ithalatını çok iyi yaptığı, o ülkeye çok para kazandırdığı için. Yani hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuç bekleyemeyiz biz. Bugün de aynı durumu yaşıyoruz. Meralarımız amaçsız ve kontrolüz bir şekilde özellikle de Büyükşehir Kanunu’ndan sonra, kanunundan sonra maalesef başka amaçlara dönüştürülüyor. Oysa Mera Kanunu çok net. Mera Kanunu’nun bir komisyonu var, il komisyonu. O komisyon meralarla ilgili bir değerlendirme yapar. Mera vasfını yitirip bitirmediğini bilimsel veriler ortaya koymak zorundadır. Biz bunları bilim insanı olarak görüyoruz. Mera Komisyonu’nun içerisinde bilim insanları da var. Ne yazık ki Tarım Bakanlığı diyor ki benim elimde 128 milyon dönüm tahsis edilmiş Mera var. Peki ıslah edilen miktarı ne kadar? Yüzde on beş. Komik değil mi?
Erzincan’daki Meralara Ne Oldu?
Ben şimdi soruyorum. Erzincan Tarın Orman İl Müdürü. Sekiz yıldır orada oturuyorsun. Kaç metre kare mera alanına ıslah ettin kardeşim? Peki bu 600 dönüm civarında olan mera arazisini hangi kurul kararıyla mera vasfından çıkardın kardeşim? Dışarıda 1 kilo ete, 1 danaya muhtaç ettiğiniz bu toplumun meralarını neden bu çiftçinin kullanmasına müsaade etmiyorsunuz? Neden? Neden bunu yapıyorsunuz? Hangi gerekçeyle? Bana bir gerekçe sunun. Oturayım o kurumun başında, koltuğu da alayım, canına ne isterse yaparım. Yapamazsın kardeşim. Yapamazsın. Meslektaşız. Ben hem çiftçiyim hem ziraat mühendisiyim, üretim yapan biriyim. Hem Tarım Komisyonu’nun üyesiyim. En çok söz söylemesi gereken insanım ben. Söylemezsem vicdanım kırılır zaten. Söyleyeceğim son güne kadar.
Rahatsız Olan Olsun
Bu ülke tarımla kalkındı. Cumhuriyet tarımla yürüdü. Büyük Önder ve arkadaşları bu ülkenin bütün altyapısını tarımla yaptılar. Ve hala yediler, iştiler, gelenler sattılar, hala da bitiremediler. Somunu siz mi bitirmek istiyorsunuz? Derdiniz ne? Amacınız ne? Beni elbette bu kadar ilgilendiriyor işte. Bu kadar. Fazlasıyla ilgilendiriyor. Bu ülkenin çocukları süt içemiyor, peynir yemiyor, et yemiyorlar, yumurta yemiyorlar. İl müdürünün yeni rahat, kamu görevlerinin yeni rahat, bakanların yeri rahat, bir eli yağda, bir eli balda, 1 metrekare merayı bile somut, gerçek veriler olmadan başka amaçla kullanamazsınız. Elbette söyleyeceğim. Rahatsız olan da olsun. Olmalı da zaten. Olmalı da. Rahatsız olmuyorsa sorun var demektir zaten orada. Ben kamu görevlisiyim. Halk adına kamu denetimi yapıyorum. Sormalıyım, soruşturmalıyım, araştırmalıyım. Halk adına, kendi adıma değil elbette. Elbette benim bir vicdanım var, bir mesleğim var. Bunun için bir şeyler yapabilirim, kıymetli. Ama bulunduğum konum, halkın bana verdiği bir görev ve sorumluluğu. Kamu görevini, sorgulamayı, denetimi yapmak zorundayım. Yapmazsam ne geziyorum ben burada? Derdim ne benim? O belediye, bu belediye. O partili, bu partili. O görevli bu görevli hiç ilgilendirmiyor. Aslolan çocukların yaşam biçimidir. Aslolan o çocukların bu topraklarda insanca ve hak ettikleri gıdaya ulaşmalarıdır. Bunu sağlamak da hem bu parlamentonun görevidir elbette hükümetin görevidir. Elbette devletin görevidir. Elbette hepimizin sorumluluğudur. O yüzden bu perspektiften, bu çerçeveden bir kez daha sesimizi en yüksek şekilde söylemeye çalışıyoruz.
Diyoruz ki eğer bir ülkede, bir ülkenin kaynağı varsa, bir ülkenin merası, suyu, toprağı varsa o ülke bunları en üst düzeyde verimli hale getirmeli ve kullanmalı. Elbette ithalat yapabilirsiniz. Bu ülkede olmayan ama toplumun ihtiyacı olan bir ürünü alabilirsiniz. Ama bu ülkede buğday yetiştirilebildiği halde siz başka ülkelerden 1 yılda 11 milyon 700 bin ton buğday alıyorsanız ben itiraz ederim kardeşim. İtiraz ederim, etmek zorundayım. Olmaz böyle bir şey. Bu ülkenin bütün kaynaklarını yandaşlarınıza peşkeş çekeceksiniz. Milyarlarca lira doları başkalarına heba edeceksiniz çokuluslu şirketlere benim çiftçimin buğdayı tarlalarda kalacak, meralarda kalacak, futbol sahalarında kalacak, yollarda kalacak. Olacak iş mi? Mısır alacaksınız Ukrayna’dan, Rusya’dan, depolar mısır dolu. Buğday almaya devam ediyorsunuz, depolar buğday dolu. Çiftçinin maliyeti on bir lira, on iki lira. Geçen hafta burada anlattım. Ne olması gerektiğini neler yapılması gerektiğini, bir mucizeden bahsetmiyoruz, yeni bir şey de bulmuyoruz. Dünyada her kurumun, her devletin yaptığı şeylerden bahsediyoruz.
Saltanata, Yemeğe, İçmeye Para Var
Kaldı ki bu Cumhuriyet yapmış bunu. 80’e kadar, 80’den 2002’ye kadar ve bugünkü paradigma. Olacak iş değil bu. Dolayısıyla çok net ve açık yüreklilikle burada bir kez daha paylaşıyoruz. Eğer hakikaten bu ülkeyi yönetiyorum diyen Saray İktidarı’nı, onların bakanlarının, onların bürokratlarının, yerel yöneticilerinin vicdanı, ahlaka, topluma karşı bir sorumlulukları varsa biraz ellerini vicdanlarına koysunlar. Saltanata, yemeğe, içmeye para var. Birileri manda yoğurduyla besleniyor olabilir. Medine hurması ile de besleniyor olabilirler. Kestane balı, yulaf ezmesi. Peki halk? Padişahım çok yaşa demeyeceğiz. Padişah’ım çok yaşa demek istemiyoruz demeyeceğiz. Aslolan halkın insanca yaşamasıdır. Bu ülkede halk yeterli ve dengeli gıdaya ulaşana kadar, bu ülkeye demokrasi, özgürlük ve bu ülkenin kaynakları en verimli şekilde kullanılıncaya kadar biz mücadelemizi sürdüreceğiz. Ama bunun yolu bir an önce artık ivmesini de yolunu da yöntemini de kaybetmiş bu iktidarın gitmesi bunun yerine bir halk iktidarın kurulmasından geçmektedir diyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.