Astsubaylıktan istifa ederek davulcu olan, uzun maraton koşularında Türkiye ve Balkan şampiyonlukları bulunan 85 yaşındaki sanatçı Salim Dündar, 66 yıllık müzik hayatını ve başarılarını anlattı.
İspanyolca şarkılar söyleyerek başladığı kariyerinde, 1970'li yıllarda yorumladığı "Aynalar", "Bir Dost Bulamadım" ve "Kalbimi Kim Çalıyor?" parçalarıyla akıllarda yer eden Salim Dündar, astsubaylıktan müziğe geçişini, sahneye birlikte çıktığı sanatçılarla yaşadığı anıları, Ahmet Gülhan sayesinde fark ettiği atletizm aşkını ve ödüllerini AA muhabirine anlattı.
Salim Bey merhabalar, uzun yıllar sonra sizinle tanışma şerefine nail oldum. Nasılsınız?
"Teşekkürler, sağ olun. İyiyim Dilek hanım, gördüğünüz gibi."
Gayet sağlıklı ve iyi görüyorsunuz. Maşallah diyoruz.
"Hayat devam ediyor."
Saatler, zaman geçiyor ama siz "Saatler" şarkınızla 11 yıl aradan sonra karşımızdasınız. Dinleyicilerinizle yine buluştunuz değil mi?
"Ama, yaşamak da güzel tabii hayatı. Sağlıklı yaşamak önemli."
Saatler parçanızın sözleri çok güzel. Fikret Şeneş'in seksenli yıllarda yazdığı bir parçayı Cenk Taştan bestelemiş ve Sadun Ersönmez düzenlemesini yapmış. Nasıl hissediyorsunuz?
"Ben arayış içinde falan değildim tabii. Birdenbire olaylar böyle gelişiyor. Tabii bunun da herhalde sebebi belli bir altyapımın oluşundan, geçmişimde yaptığım, okuduğum yorumlardan kaynaklanıyor. Yani ne mutlu bana, tekrar hatırlanmak çok güzel. Türkiye'nin dört bucağında, ovalarda, denizlerde, dağlarda, yüksek irtifalarda sporumu yapıyorum. Yani hayatın başka bir boyutundayken böyle bir olayın gelişmesi tabii benim için güzel, büyük bir mutluluk."
Gerçekten güzel. Zaman sizin için önemli mi? 11 yıl ara dedik bir de 'Saatler' parçası çok anlamlı olmalı sizin için?
"Benim için değil sadece, her insan için önemli. İnsan doğuyor. Ne ile? Saatle. Şu tarih, şu saatte deniyor. Ama saat devamlı çalışıyor. Tik-tak sesleri, günler, haftalar, aylar, yıllar devriliyor bir ömür geçiyor. Bakmışsın yaşadığın kadar yaşıyorsun. Evet, sözler çok anlamlı. Bir mesaj yani."
Biraz mırıldanır mısınız bize?
“Dinle saatleri dinle sanki konuşuyor benimle/ Zaman yarışırken kaderle, hayaller kurarım bu sesle…”
Ağzınıza sağlık. Sözlerin güzel olmasının yanı sıra sesiniz de muhteşem. Siz Deniz Astsubay Okulu mezunusunuz değil mi?
"Evet canım."
Bando eğitimi ve müzikle orada mı tanıştınız?
"Yok. Şöyle bir doğruluğu var; ben Deniz Astsubay Ortaokulu hazırlıktan mezun oldum. Fakat okulda birinci sınıfın sonunda müzikle tanıştım. Bir tesadüf ve ben daha okulu bitirmeden bandoda çalmaya başladım. Bu belki bir milattır. Şu ana kadar Türkiye Cumhuriyeti'nde hala böyle bir olay yaşanmadı. Bir talebe bandoda çalıyor. Nitekim bando kumandanı 'Vazifeye çıkar mısın?' dedi. Müzik aşkından bütün ritimleri, notaları öğrenmiştim. Hiç unutmuyorum, Dolmabahçe'de 19 Mayıs törenlerine çıktım. Ertesi gün okula geldim, sınıf astsubayı dedi ki, 'Seni sınıf subayı istiyor.' Gittim, 'Seni Dolmabahçe'de görmüşler bandoda çalarken. Sen kimden izin aldın?' dediler. Ben, 'İşte efendim, Bando kumandanı rica etti de.' dedim. 'Tamam, güzel bir şey ama bir daha izinsiz gitme.' dediler. Benim müzik hayatım böyle başladı."
"Davulculuğu tercih ederim"
Askeriyedeki görevinizden müziğe geçiş yaptınız. Müzik daha ağır bastı sanırım. Askeri disiplinden uzaklaştırma alıp sanat hayatına evrilmenizi sağlayan neydi?
"Disiplinden evet. Disiplinsiz hareketler yaptım ama bunları bilinçli olarak yapıyordum. Çünkü müzik ağır basmaya başladı. Müzik tutkusu. Nihayetinde 1956'da okuldan mezun olduktan iki sene sonra Kasımpaşa'da Deniz İkmal Sınıf Okul Kumandanlığı vardı. Oradaki eğitim de bitti tam Astsubay çıkacağız, 2 pırpır takılacak törende. Baktım Astsubay dedi ki, 'Seni okul kumandanı istiyor.' Kalktım ve bir de benim arkadaşım vardı. O da sivilden gelmeydi bize. O bizim okuldan hazırlıktan değildi ama o da acayip bir müzik tutkunu. Çok güzel dans ediyordu benden daha önce gidiyordu bu. Yani ben 'Yapma, etme' falan diyordum ama o 'Bu meslekte durulur mu?' diyordu. Neyse gittim onunla beraber. İkimizi çağırmış. Selam verdik. 'Çocuklar bakın artık astsubay çıkıyorsunuz fakat bundan sonra disiplinsiz hareketler yaparsanız biliyorsunuz hapis yatarsınız. Halen talebe statüsünde olduğunuz için, sizi de çok sevdiklerinden idare etmişler. Ama ben bunları niçin yaptığını biliyorum.' dedi. Beni irdelemiş, çok iyi gözlemlemiş. 'Sen sivil hayatta çok başarılı olursun. Senin kolunda altın bilezik var. Ne diyorsun? Dosya göndereyim mi?' dedi. Şöyle bir bocaladım tabii. Sonra Gölcük doğumluyum. Üstelik donanmanın içinde büyümüşüm. Ondan sonra öyle bir bocaladım. 'Efendim, gönderseniz sevinirim.' dedim. İlk böyle bir fena oldum ama müzik o anda gene ağır bastı. 'Dediğim gibi senin sivil hayatında yolun çok açık olsun. Sen çok başarılı alacaksın.' dedi. Yanımdaki arkadaşına döndü, 'Sen ne diyorsun? dedi. Baktım o benden önde gidiyordu ya. Hiç çıt yok, kafası önde. 'Bana bak, sen otur oturduğun yerde. Sen sivil hayatta leblebi bile satamazsın.' dedi. O astsubaylıkta kaldı. Ben ayrıldım."
"Bir Dost Bulamadım", "Kalbimi Kim Çalıyor" parçalarını 1972 yılında yapmanıza ve ilk Altın Mikrofon Yarışmasında ikincilik ödülü kazanmanıza rağmen 1976'da, söz ve bestesi Metin Eryürek'e ait "Aynalar" parçasıyla tanındınız.
"Metin Eryürek radyoda Türk halk müziği korosundaydı. Bağlama çalıyordu, güzel de sesi vardı."
Bu parçanız en çok dinlenilen parça oldu bugünlere gelen. Hala dinleniyor, gençler tarafından da seviliyor.
"Ama ben bir açıklık getirebilir miyim? Aynalar ve Bir Dost Bulamadım'ın öncesine."
Tabii ki.
"Çok teşekkür ederim AA'ya. Bana böyle bir çekim yaptığınız, konuk ettiğiniz için. Ben davulcuydum. Ben pavyon kültüründen yetiştim, Bursa'da çalışırken, tabiri caizse büyük bir insanla çalışıyordum. Kendisi dervişti resmen, kelimenin tam anlamıyla. Saksafon çalıyordu ve Neyzen Tevfik'in de talebesiymiş küçükken. Konservatuvar mezunu. Sahneye çıkarken bir gün 23.00'te, 'Programdan sonra hatırlat, sana önemli bir şey söyleyeceğim.' dedi. Ben tabii programı zor ettim. Genlerimde meraklılık var. Geçtik oturduk, çaylarımız geldi. 'Ağabey, bana hani bir şey söyleyecektin?' O gayet rahat, 'Kendine bir smokin yaptır.' dedi. 'Hayrola beni evlendiriyor musun yoksa?' dedim. Çünkü arka planda öyle bir olay vardı, gerçekleşmedi. 'Bu defa beni evlendiriyor musun?' dedim. 'Yok.' dedi. 'O zaman ben smokini ne yapacağım?' dedim. 'Lazım olacak.' dedi. Bir an durdu, '2 takım da olabilir.' dedi. 'Nasıl yani ağabey?' dedim. 'Birisi siyah, birisi beyaz olsun.' dedi. 'Ağabey, biz burada pantolon gömlek çalışıyoruz, pavyonda Bursa'da.' dedim. 'Büyük sahnelere gidiyorsun.' dedi. 'Nasıl büyük sahnelere?' dedim. ' Bayağı. Lazım olacak her ikisi de.' dedi. 'Ağabey yapma. Bir senedir ben Bursa'dayım bir türlü gidemiyorum. Davullarımı bile otobüse yükledim, arkadaşlar beni indirdi, pavyona başlıyoruz yapma etme diye. Bir türlü kopamadım buradan.' dedim. Bana 'Hem de yakın zamanda gideceksin. Bir ayı geçmez' demez mi. Öyle bir olay gelişti ki ve ben bir ay dolmadan Bursa'yı terk etmek mecburiyetinde kaldım. Bunu anlatmama gerek yok, geldim.
2 ay içinde Hilton'da Şerif Yüzbaşıoğlu Orkestrası'nda davulcu olarak başladım. Ben Latin müziği söylüyordum. Yani aslında caz parçaları söylüyordum. Orkestranın solisti Ayla Dikmen'di. Bir de Başar Tamer vardı erkek sanatçı. Onlar İngilizce, İtalyanca söylüyor. Ayla Dikmen İngilizce söylüyor. Benimki değişik olsun, İspanyolca söyleyeyim dedim. Şerif ağabey, 'İspanyolca mı?' dedi. O tarihte, 1964 senesinde 'Bir davulcu İspanyolca söylüyor.' diye hayretle yüzüme bakıyor. Ne söylersin? dedi. 'Falan parça.' dedim. 'Tonunu biliyor musun?' dedi, 'Evet.' dedim. 'Allah Allah neye çattık. Davulcu tonunu da biliyor söylediği parçanın.' der gibiydi. Parçaya girdi, 8 mezura ya çaldı ya çalmadı, durdu. Piyanonun tuşlarına vurdu. Böyle bana bakıyor. 'Eyvah beni beğenmedi.' dedim içimden. 'Başka biliyor musun?' dedi. 'Evet, biliyorum ağabey, şu parça.' dedim. Parçaya girdi onda da bu sefer piyanonun tuşlarına daha bir kuvvetli vurarak ayağa fırladı. 'Buldum, buldum.' diye bağırmaya başladı. O arada çay molası vermişti orkestra. O ayağa fırlayınca benim bakış açım genişledi. Kuyruklu piyanonun etrafında diğer orkestra elemanları kanalize olmuş, gözleri fal taşı gibi açılmış, hayretle bana bakıyor, 'Bu nereden çıktı?' diye. Çünkü ben provalarda 'Ağabey ben biraz da şarkı söylerim.' lafını dahi etmedim. Etmediğim gibi orkestra arkadaşlarıma da söyleyemedim. Desem, 'Bir ara bakarız.' diyecekler. Çünkü orkestranın başı kalabalık, iki şarkıcının aranjmanlarını yapıyor yoğun bir şekilde. Ben de araya girmek istemedim doğrusu. Yani benim şarkıcılık hayatım böyle başladı. Bursa dönüşü bir ay Fehmi Ege'de çalıştım. Bir ay sonra Yusuf Behiç Günseli Orkestrası Taksim Belediye'de çaldım. Davulcuları programı çalamamış. 25 kişilik bir orkestrada notist davulcuydum. Ben ona da çok emek verdim. Yeri gelmişken de söyleyeyim, şu anda şarkıcılığı mı tercih edersin, davulculuğu mu dersen, benim içimde ukde kaldı. Davulculuğu tercih ederim diyorum."
Gerçekten mi?
"Her sohbetimde her yerde yeri gelmişken bunu söylüyorum. Ben davula çok büyük emek verdim. Ben kendim şarkıcı olmak istemedim. Bir ay sonra beni Yusuf Behiç Günseli Orkestrasında Şerif Bey teşvik etti. Radyoda emisyonları varmış. Şerif Bey de radyoda emisyonları denetleyen kişiymiş. Beni bantlardan dinliyor, orkestra kurmuş, Hilton'a başlaması lazım. Ondan sonra 15 gün prova yapılacak. O ara ben devreye giriyorum. Bana davulcu olmayı teklif etti. Benim şarkı söylediğimi de bilmiyordu. Çünkü emisyonlara şarkı söylemedim. Davulumu çaldım sadece. Şerif ağabey bana 'Ne söylersin?' dediğinde, 'Ağabeyciğim sana kim söyledi benim şarkı da söylediğimi?' diye sordum. 'Birisi söyledi.' dedi. 'Ağabey çok merak ettim. Ben orkestra arkadaşlarıma bile mevzu etmedim.' dedim. 'Söylemem.' dedi. 'Ağabey niye söylemezsiniz?' dedim. 'Bana söyleyen kişi söz verdirdi, isim vermeyeceksin, diye. Ama şöyle bir şey de söyledi; 'Şerif Bey, o senin şarkıcı olarak aldığın kişi var ya, her ne kadar davulcu olarak aldıysan da ona dikkat et. O senin orkestrandaki her iki şarkıcıdan daha iyidir dedi bana.' dedi. Tam bu kelimelerle mevzu geldiğinde anlattığım için kelimesi kelimesine aklımda. Benim şarkıcılığım böyle başladı."
Bu şekilde şarkıcı oldunuz öyle mi?
"2 ay sonra basında yazılar çıkmaya başladı; 'Salim Dündar iyi bir davulcu ama şarkı söylerse, ayağa kalkarsa Türkiye büyük şarkıcı kazanacak.' Ben ayağa kalktım. Orkestranın önünde Ayla Dikmen, ben, Başar Tamer, üç şarkıcı olduk. Olay böyle başladı."
"Tanju Okan'la birlikte iki erkek şarkıcıydık başı çeken"
Bir Dost Bulamadım, Kalbimi Kim Çalıyor ve Aynalar'a gelelim mi şimdi?
"Evet. İsmim tutulunca, benimsenince dinleyiciler tarafından, 1964'ten 1972'ye kadar gazinolarda, Türkiye'deki en büyük gece kulüplerinde rahmetli Tanju Okan'la birlikte iki erkek şarkıcıydık başı çeken. Ben Latin müziği söylüyordum. Türkçe söylemiyordum."
As Kulüp var bunların içinde değil mi, Gönül Yazar, Ertan Anapa, Gülsüm Kamu ve Ayten Alpman ile sahne aldığınız?
"İspanya dönüşü ilk şov hayatım. Rahmetli Ayten Hanım, Gönül Yazar'dan sonra geldi."
1972 Altın Mikrofon Yarışması'nda Bir Dost Bulamadım parçanızla ikincilik ödülünüz var. Biraz anlatır mısınız?
"1972 yılında Altın Mikrofon yarışmasına beni zorla sokan Nuray Demirci'dir, Amerika'da yaşıyor şimdi. Cenk Taşkan gibi o da. Altmışlı yılların ortalarına doğru yabancı şarkılara sözler yazılmaya başlandı. Ben Latin söylüyorum gene, çalışıyorum gece kulüplerinde. Dediler ki, 'Artık tamam anladık iyi şarkı söylüyorsun da, sen de gel bu kervana katıl, yani Türkçe söyle.' Ben tam 5 yıl direndim, söylemedim. En son Nuray Demirci, 'Gel inat edip duruyorsun. Altın Mikrofon Festivali'ne katıl.' dedi. Ben ne yapacağım orada?' dedim. 'Özhan Plak, ilk 3 dereceye plak yapacak. Sen de bir dereceye gireceğin için gel. Böylelikle de hafif müziğe adım atmış olursun.' dedi. O zaman hafif müziği aranjman diye tabir ediyorlardı. Ondan sonra 'Benim zaten ismim var, benim ne işim var? İsme ihtiyacım yok ki benim.' dedim. 'Ya gel kırma beni.' dedi. Ben de öyle girdim.
Orada Edip Akbayram birinci oldu. Ben ikinci oldum. Fakat o yarışma bana yaradı. Bir Dost Bulamadım parçası ve arkasından Kalbimi Kim Çalıyor? çıktı piyasaya. Her iki yüzü birden tutunca ben fırladım. Geniş halk kitleleri tarafından benimsenmeye, tanınmaya başladım. Gerçi o zamanın medyasında, görsel medyada devamlı ismim geçiyor. Türkiye'nin her tarafından, Hakkari'den bile mektup geliyordu. 'Siz İspanyolcayı nereden öğrendiniz? Çok beğeniyoruz.' diye. Ancak radyodan dinlenme olasılığı oluyordu halk tarafından. Burada, Edip Akbayram'dan da söz etmek gerekir. O kardeşimiz de 'Kükredi Çimenler' diye bir parçayla katılmıştı. Fakat parçası halk tarafından onay görmedi. Hatta Nuray Demirci'ye demiş ki, 'Ben ne yapacağım? Ben birinci oldum. Çok şeyler hayal ediyordum ama benim bu parçam tutulmadı. Nuray Demirci de 'Oğlum git memleketine.' demiş, Antep'e. O da, 'Ben intihar ederim gene gitmem.' demiş."
Öyle mi demiş Edip Akbayram?
"Edip, evet ve gitmedi hakikaten. Onun bir grubu vardı, Antep'ten arkadaşları olan grubuyla büyük bir direnç gösterdiler ve onun gösterdiği bu direnci, bu inancı başkası gösteremezdi. Sabretti ve Edip Akbayram oldu. Çok güzel, harika besteleri yorumladı. Onu kutlamak gerekiyor."
Peki Aynalar parçanızın bu kadar seviliyor olmasının sizce formülü nedir?
"Öyle sorular soruyorsunuz ki bunları şimdi anlatmaya kalksam burada 40 dakika değil bir kaç gün filan anlatmam lazım."
Aynalar'ı Müjdat Gezen önerdi
Ama bahsetmeden de geçemeyiz ki, Aynalar çok güzel bir parça.
"Bir gün Gar Gazinosu'nda çalışıyoruz. Müjdat Gezen de kadroda. Kadınlar matinesi var çarşamba günleri. O ve ben Cihangir'de oturuyoruz. Bende araba olmadığı için beraber arabasıyla Taksim'e geliyoruz, tekrar akşam beraber gidiyoruz. Bana arabada gelirken Yenikapı'nın oralarda, 'Ya Salim bir parça var tam senlik.' dedi. Allah Allah dedim. Baktım mırıldanmaya başladı, Aynalar maynalar diye bir şey söylüyor. Parça bitti. 'Müjdat şu arabayı yolun kenarına çeksene.' dedim. Çekti, 'Şu parçayı bir daha söyle bakayım.' dedim. Kendi sesiyle söylediği kadar söyledi. 'Ne güzel bir şey bu. Ne güzel sözler. Nereden biliyorsun bunu?' dedim. ‘Metin Eryürek’in parçası. Radyoda, Türk halk müziği korosunda. Git selamımı söyle.' dedi. Ben Taksim'de indim. Dosdoğru radyoya, gittim. 'Merhaba' dedim, hemen buldum. Radyonun koridorlarında bir merdiven altında kabak kemane çalıyordu o. Aynalar’ı geçti bana.
Bak aynen söylüyorum, 'Salimciğim ben bunu Zeki Bey'e de, Zeki Müren'e ve bir de bayan sanatçıya verdim.' dedi. Şimdi ismini unuttum. Ünlüdür, Çayda Çıra parçasıyla meşhur olmuştu. Türk halk müziği assolisti, bayan sanatçı. Her ikisine vermiş ‘Değerlendiremediler. Sen bunu değerlendirsen al.’ dedi. Ben de ‘Allah Allah, Zeki Bey gibisine verdiğine göre nasıl olur da bu parça ortaya çıkmaz?' diye içimden yorumluyorum. Neyse olay böyle oldu. Her gün yeni bestelerde sanatçılar nabız yoklar, sahnede, çalıştıkları lokalde, gece kulübünde programa alır. Tepki ölçüyorlar. Ben söylemeye başladım. Baktım acayip tepki. Bir gün Ankara’da Marmara Oteli’nde çalışıp, parçayı söylüyorum. Bir de saksafoncu vardı, çok güzel taksim yapıyordu, harika müzisyendi. Ona bıraktım. Taksim çalarken bir de baktım kedigözü. 'Allah Allah, gece kulübünde Marmara otelinde kedinin ne işi var?' dedim. Neyse parça bitti. Işıkları söndürdüler, tek tek spotları. Mor bir ışık yanıyor. Bir baktım Recep Kaymak, türkücü.
Onun da gözleri renkli. Kırmızı, mor ışık gözlerine vurunca, kedigözü gibi gözüküyor. Ama bakın ne enteresan bir olayı anlatıyorum. İstanbul'a geldim. Programdan sonra, Zafer Çatal vardı, orkestrası da vardı kayıtlara girerdi. Beyoğlu'nda kayıt stüdyosundan çıktık, Galatasaray’a doğru yürürken, ‘Salim, Aynalar diye bir parça söylüyordun ya gece kulübünde, biz onun kaydını alıp plak yaptık.' dedi. 'Ne? Senin yanlışın olmasın. Ne kaydından bahsediyorsun? Bunu bestecisi bana verdi. Bunu değerlendir, başka bir şey istemem dedi. Efendi bir adam, haza beyefendi bir kişiliği var. Türk halk müziği korosunda sizin kadar saçları olan ve papyon, kravat takan tek kişiydi Metin Eryürek.' dedim. Sonra 'Kiminle?’ dedim. 'Recep Kaymak'ın hanımı var.' dedi. Bakar mısınız, oradan parçaya göz koymuş ki gelmiş İstanbul'a. Tabii Metin Bey vermemiş parçayı. ‘Ben Salim Dündar’a okusun diye verdim.’ demiş. Ama sonra Türkiye'nin en iyi bağlamacılarından Arif Sağ’ı devreye sokmuşlar. En sonunda kıramamış. 'Ben de bu parçayı söylemeyeceğim.' dedim. Gittim radyoya, ‘Sen bana böyle söylememiş miydin?’ dedim. 'Salim çok özür dilerim.’ dedi.
Neyse. Selami Şahin, o zamanlar devamlı benimle. Sabah akşam birlikteyiz. Hatta oturduğum ev Levent’te. Yanımdaki apartmanda daire tuttuk ona. O zaman daha henüz meşhur değildi Selami. Bana devamlı diyor ki, ‘Salim ağabey sen şu Aynalar’ı yine söyle.' Ben ‘Yok, ben parçadan soğudum. Söylemem.’ dedim. Bu insan her gün inatla vazgeçmeden devamlı kafamı ütüleyip duruyordu. ‘Ağabey böyle bir parça 50-100 yılda bir çıkar. Gel sen bu parçayı oku.’ diye. Bir gün vazgeçseydi ben şu anda Aynalar denilen parçayı okumamış olacaktım. Hiç vazgeçmedi. Sonunda rahmetli Onno Tunç’a telefon ettim. Hatta ben başka 2 parça vermiştim ona. O zaman 45’lik yapıyoruz ya, arayınca bana ‘Ağabey ben aranjmanları neredeyse bitirdim.’ dedi. Bense ‘Ben sana çok daha güzel bir parça getireceğim. Özür dilerim.’ dedim. Onno Tunç’a gittim ve Aynalar’ı okudum ve parça böyle çıktı."
"Zeki Müren, ‘Biliyor musun her şarkı herkese nasip olmaz. Bu senin için yapılmış.’ dedi"
Aynalar’ı iyi ki okumuş, plak haline getirmişsiniz ki, parçanız bugün hala var.
Salim Dündar: "Okumadan önceki bir devrede, yaz sezonu için Adnan Şenses, Neşe Karaböcek, Seyyal Taner'le bir programla Antalya'ya gittik. 2 gün için. Program bitti. O zaman turizmin ‘T’si yok ama yaz sezonu. ‘Bir yere de bağlanmış değiliz. Bir tatil yapalım burada.’ dedim. Derya Motel diye bir yer var, gittik orada kalıyoruz. Bir de baktık, Zeki (Müren) Bey orada. Akşamları gidiliyor. Kaleiçi’nde, limanda yemek yeniyor, geliniyor. Ertesi gün güneş doğuncaya kadar etrafında hayranları var, biz de tabii beraberiz. Şarkılar söyleniyor, hikayeler anlatılıyor. Bana geliyor sıra, o zaman Türkçe repertuvarım fazla yok. Bir iki İspanyolca, Bir Dost Bulamadım, Kalbimi Kim Çalıyor'u söylüyorum. Sonra şu Aynalar’ı söylesem mi? diyorum içimden. Hani hikayeyi biliyorum. Zeki Bey'e vermiş Aynalar’ı. 3 gün filan sabrettim. En sonunda, ‘Hadi sıra sende.’ deyince Aynalar’a girdim, Zeki Bey böyle kaldı. Parça bitti, ses yok etrafta. Zeki bey, karşımda oturuyor, ‘Biliyor musun her şarkı herkese nasip olmaz. Bu senin için yapılmış.’ dedi. İşte onun büyüklüğü buradan geliyor. Zeki Bey ile çok anılarım var ama program kifayet etmez anlatmaya."
Türkiye birinciliklerinizin yanında Balkan birinciliği de kazanan bir atletsiniz aynı zamanda. 40 yaşında sporla ilgilenmeye başlamışsınız. Gençliğinde atletizmde birincilikleri olan sanatçı Ahmet Gülhan ile sahilde koşma hikayenizle başlamış. Bize onu anlatır mısınız?
"Evet. Devekuşu Kabare'de oynuyor o zaman Ahmet Gülhan, Zeki-Metin’le. İzmir’deler, fuarda oynuyorlar. Ahmet, Levent'te benim evin yakınında oturuyordu. O zaman bana, ‘Salim ben Kalkan'dan arsa aldım. Gel sana da alalım.’ diye tutturdu. ‘Ya Kalkan neresi kardeşim?’ Haritada bana resmini gösteriyor. ‘Burası Türkiye’nin bir ucu, ben ne yapacağım orada Ahmet? diyorum. Bana ‘Burası Türkiye’nin ikinci bir Bodrum’u olacak.’ diyor. ‘Allah Allah.’ diyorum.
Ben de o sıralar İspanya'ya gitmiştim. Dönüşte spor giyinmeye de çok meraklıyım ya, o zamanlar koşmuyorum ama çok yürüyüş yapardım. Koşu değil ama voleybol ayakkabısına benzer bir ayakkabı almıştım Barcelona’dan. İzmir'e gittim. ‘Tamam ya geleceğim seninle.’ dedim. Bir hafta sonra işleri bitti, beraber yola çıktık. İşte bunlar rol ayrımları olacak ya. Yol ayrımları insan hayatında çok önemli bir şey. Sağa gidersen nereye, sola gidersen başka bir yere mi ulaşırsın? Yoksa düz giderken mi kapı açılır hayatında? Onun gibi bir şey. Arabası su kaynattı. Eski Serçe ya da Murat markaydı galiba araba. 'Köyceğiz'de mola verelim de araba dinlensin. İz tuzu diye bir yer. Orada bir gece kalırız. Sonra akşama döneriz Kalkan'a.’ dedi. Biz oraya gittik. Bir gün derken 4 gün kalmayalım mı orada. Harika bir yer. Kimsecikler yok. Salaş, tahtadan, sadece balık ürünlerinden ızgara yapan bir yer var. Bir de böyle baraka bile değil af edersin, şimdi öyle şeyler yok orada ama tavuk kümesi gibi bir yer. Üstüne pis şilte atmışlar orada kalıyoruz. Açık deniz olduğu için tartan pist gibi oluşmuş. Uzun bir sahil, kilometrelerce. O sonra koşmaya başladı, hareketlendi. Ben de arkasına takıldım. Git git... İçimden, ‘Allah Allah, hadi ben zayıfım, hareketli bir adamım yürürüm, dans ederim. Bu da gidiyor.' diyorum. Gittik geri döndük. Bir baktım başladığımız yere. Epey gitmişiz. Dönüşte yaklaşırken ben bir atak yaptım önüne geçtim bunun."
Ahmet Gülhan’ın?
"Evet. Geldik, ‘Bana baksana, sen atletizm yapmışsın değil mi?’ dedi. ‘Ne atletizmi?’ dedim. ‘Bana mı anlatıyorsun? Sen atletizm yapmışsın. Altyapın var senin.’ dedi. ‘Ahmet biliyorsun, ben yürürüm. Adım çıktı.’ dedim. Araba parası vermemek için Salim Dündar, gecenin köründe, sabah saatlerinde çalıştığı gece kulüplerinden otele, eve nereye ise, kar kış fark etmez yürüyerek gidiyor. Başlık da şu, ‘Salim Dündar’ın cimri olduğunu biliyor musunuz?’ Medyada öyle haberler çıkıyordu."
"Ahmet Gülhan benim makus talihimi değiştirdi”
Evet o tip haberlerdeki açıklamalarınızı ben de gördüm.
"Öyle mi? Aynen böyleydi. Ondan sonra neyse, ‘Sen benimle nasıl koşarsın ya?’ dedi. Beni bir merak aldı, ‘Niye böyle konuşuyorsun.’ dedim. ‘Ben milli atletim ulan.’ dedi. ‘Yapma ya.’ dedim. ‘Ben Balkan Şampiyonası'na girdim. Milli takımı temsil ettim 400 metre engellide.’ dedi. Ben bilmiyordum o yönünü tabii. Askere gittikten sonra bırakmış atletizmi. Tiyatroya gönül vermiş. Ondan sonra ‘Sen koşsana.’ dedi bana. Sağlıklı yaşam sloganı bile yok. Yetmiş yedi yazı. Seksenli yılların başından sonra başladı sağlıklı yaşam sloganı. Ertesi gün ‘Sen misin onu bana söyleyen?’ dedim. Ayakkabılar yanımdaydı. Giydim ve bir de 9 kilometre dağa çıktım. Kalkan sahilde ama arkasında dağ var. Gittim aşağı, tabii taze kuvvet de var. Ondan sonra bastım yokuşa. Bir de baktım, her iki ayağımın başparmağı, hem sağ hem sol kan revan içinde. Böyle koşulur mu? Alışkın değil bacaklar. Benim koşu hayatım böyle başladı. Benim makus talihimi değiştirdi adam. O gün bugündür 45 sene oldu, hala koşuyorum."
Sanıyorum Gazi ve Atatürk koşularında devam ediyorsunuz değil mi?
"Dediğiniz gibi, sayısız Türkiye birinciliklerim var. 1993'te İzmir’de Atatürk Stadı'nda 5 bin metrede Balkan Şampiyonu oldum. Yurt içi, yurt dışı sayısız derecelerim var. Şu ana kadar bütün yaş gruplarının Türkiye birincisiyim. Tek şikayetim şu anda yaş grubumda adam kalmadı. Ayrıca şimdilerde Türkiye’nin neredeyse bütün köylerinde, kasabalarında yarışlar tertipleniyor. Bu yol yarışları da bir rant halini aldı. Bu yol yarışlarına da yaş gruplarını koyduran ve aynı zamanda bu yaş gruplarına da ilk 3’e para ödülünü koydurtan ilk Türk’üm."
Harikasınız. Kaç yaş ve kaç grup var şimdi?
"Şimdi seksen artı bile var. Bazı yaş gruplarında, pandemi nedeniyle 65, 70 veya 75 artı var. Ama oturacak bunlar. Hala bununla mücadele ediyoruz."
Seksen artıya giriyor musunuz?
"Var, Bursa’da koşacağım, Osmangazi koşusu var. Yani çok komik olaylardan sonra kabul ettirdik. Atletizm ajanı vardı Selahattin Bey. Uzun yıllar İstanbul atletizm ajanlığı yaptı. O zaman 5 kişi olduk, daha seksenli yılların başlarıydı. ‘Ya Salim Ağabey Atatürk koşusu var İnönü’de, Dolmabahçe’de. Orada koşalım.’ dedi. 'Gidelim.' dedim. Gittik, ısınıyoruz, yarış başlayacak. Selahattin Bey bizi gördü, orada hakemlere dedi ki,’ Oğlum bunlar kim? ‘Hocam bunlar mastermış' dediler. ‘Ne? Defolun. Biz elit atletleri bile koşturamıyoruz. Bunlar da nereden çıktı?' dedi. Bu süreç tam 2 yıl filan sürdü. En sonunda bu yaş gruplarını koydurttum ben de. En sonunda rica ettim. Kadıköy Belediyesi ile Renault Mais ortaklığında 10 kilometre yarış yapıldı karşıda Kadıköy’de. Yaş gruplarını ilk o yarışmada görevli olan arkadaşa rica ettim. Necdet Ayas milli atletti. Beni çok sevdiği için yarım saatlik bir diyalogdan, mücadeleden sonra her kişi için yaş grubunu koydurdum ve böyle başladı, bugüne kadar geldi."
"Sarıyer’den yürüyerek gece Taksim’e geliyordum”
Konser ve program sonrası arabaya binmediğiniz için cimri olarak anılmanızı sağlayan yürüme güzergahınız nereleriydi?
"En yakın Taksim'de oturuyorsam Gala Kulüp mesela Şişli-Taksim arası en kısa mesafeydi. Mesela Sarıyer’de Urcan Gazinosu’nda program yapıyorsam, gece programdan sonra Sarıyer'den yürüyerek Taksim'e geliyordum."
Bayağı uzun mesafeymiş, gece gece.
"Tabii. Sezen Aksu'nun bu mevzu ile ilgili bir anekdotunu anlatayım. Bir gün İzmir'de karşılaştık. “Salim sen nasıl böyle kalıyorsun? Bunun bir formülü varsa bize de anlat.” dedi. ‘Var.’ dedim. Kulak kesildi. ‘Hani Salim Dündar yürüyor. Cimri, araba parası vermemek için.' diyordunuz ya, basında çıkıyor. İşte ben o yürüyüşlerimin faturasını böyle ödüyorum. Siz de o dedikoduların faturasını böyle ödüyorsunuz.’ dedim. Çıt çıkaramadı böyle kaldı."
"Ayten Alpman, kim bu adam, ne biçim şarkı söylüyor, onun üzerine şarkı söylemem demiş"
Gazinolarda ve Şan sinemasında birlikte çıktığınız Suna Pekuysal, Gülsüm Kamu, Ayten Alpman, Halit Akçatepe, Nükhet Duru, Gönül Yazar'dan bize anlatacağınız minik anılarınız var mı?
"Gülsüm Kamu son derece tatlı, sevecen, sevimli, çok cici bir kızdı. Biz işte Gülsüm Kamu, Ertan Anapa, ben ve Gönül Yazar, dördümüz sahneye çıkıyorduk. Bir ay çalıştık, İspanya dönüşü benim ilk şov hayatımdı. Şişli'de As Kulüp’te çalışıyoruz. Gönül Yazar bitti. Baktım bir ilan var medyada. 'İsveç'ten dönen müzik elçimiz Ayten Alpman'ı As Kulüp iftiharla sunar.' diye. Bir afişle, güzel bir reklamla programa başladı. Ertan Anapa başka bir yerden geliyordu, orkestrası vardı orada şovunu yapıp gidiyordu. 3 gün geçti, Ayten Alpman programa başladı. Günaydın’da uzun yıllar muhabirlik yapan bir gazeteci vardı, aynı zamanda sunuculuk yapıyordu. Neyse, bana geldi dedi ki, 'Patron seni istiyor Salimciğim.' Gittim odasına, 'Salimciğim rica etsek Ayten Hanım'dan sonra çıkar mısın?' dedi. 'Anlamadım, Niye öyle çıkıyorum, gerekçe nedir?' dedim. 'Öyle gerekti de.' dedi. 'Ben çıkmam.' dedim. 'Niye herkes sonda çıkmak ister.' falan dedi. İşte o zamanlar sanatçılarda öyle bir şey vardı. Ben şurada çıkarım, benim yerim burası, şu saatte çıkarım kavgaları, münakaşaları vardı.
Neyse, 'Vallahi ben pavyonlarda baget sallar, davul çalarken Ayten Alpman için tarihi Taksim Belediye Gazinosu önünde arabalarla kuyruklar oluyordu. Benim ona çok hürmetim var.' dedim. Ayten Hanım ağlayarak girmiş patronun odasına. Patron, 'Hayırdır Ayten Hanım buyurun lütfen. Ne oldu?' demiş. Aynen diyalogları anlatıyorum. 'Bu Salim Dündar kim?' demiş. Onlar da anlatınca, acaba bir şey mi oldu, ağlamasına sebep olan bir şey mi söyledim, onu üzecek bir diyalog mu geçti aramızda diye sormuşlar. 'Yok, bir şey olmadı.' demiş. 'Niye ağlıyorsunuz o zaman Ayten Hanım?' demiş patron. 'Ya kim bu adam? Bu adam ne biçim şarkı söylüyor kardeşim. Ben onun üzerine şarkı söylemem. Lütfen söyleyin benden sonra çıksın.' demiş. Benim solistliğim de böyle başladı. Ayten Hanım 15 gün çalıştıktan sonra gitti. Bir daha benim üstüme solist getiremediler. Mesela Ertan Anapa harika bir şarkıcıydı, çok güzel bir sesi vardı ve çalıştığım o kulübe sezon ortası patron oldu, ortak oldu ve arkamda orkestrasıyla bas çaldı, bana eşlik etti. O yaz mayıs ayına kadar beraber çalıştık. Yaz sezonunda Boğaz'da tekrar birlikte çalıştık Ertan Anapa ile."
Hakan Balamir ile "Dadaş Hasan" filmi ve Arda Uskan'ın "Çizmeli Kedi" filminde Seyyal Taner ile rol almışsınız. Oyunculuğunuzun devamı gelmemiş sanırım?
"Yok canım benim, işim değil o ya. Benim tiyatro ile çalışmalarım var. Ben iki seneye yakın Anadolu'da davulculuğum zamanında Avni Dilligil Hoca'nın tiyatrosuyla müzikal tiyatro, operetle karış karış, il il, ilçe ilçe Anadolu'yu gezdim."
Güzel sesinizden, sizi yormazsak bize 'Aynalar' ve İspanyolca bir parçalarınızdan kısa kuble alabilir miyiz?
"Tamam bir tango söyleyeyim, Arjantin tangosu."
Çok teşekkür ederiz efendim. Ağzınıza sağlık.
Salim Dündar: "Ben teşekkür ederim."