Suriye’nin Ortadoğu ülkeleri ve Türkiye ile ilişkilerinde normalleşme süreci-1

Yazıma tecrübeli Amerikalı stratejist Henry Kissinger’ın şu cümlesini hatırlatarak başlamak isterim: "Ortadoğu’da Mısır’sız savaş, Suriye’siz barış olmaz".

Olaylara bugünkü Amerikan yönetiminin tersine daha realist perspektiften bakan Kissinger, Suriye’nin, ilişkilerini normalleştirmeye çalışmasına itiraz etmemekte ve hatta ABD’nin de Esad’la görüşmelere yeşil ışık yakmasını daha doğru bulmaktadır. Nitekim Kissinger’a göre, tabii ki belirli şartların yerine getirilmesi kaydıyla Biden’ın Esad’la uzlaşma ihtimalini desteklemek gerekir. Ancak mevcut Amerikan yönetimi bu olasılığa şimdilik oldukça uzak görünmektedir. Öyle olsa da, tarih sanki Kissinger’ın 1970’lerde söylediği bu mottonun işaret ettiği yöne doğru hızla ilerlemektedir.

Türkiye ise, Avrasya eksenli politikaları çerçevesinde, Suriye’yle temas kurmaya çok daha sıcak bakmaktadır. Nitekim 28 Aralık 2022’de savunma bakanı Hulusi Akar, 2 ülkeden mevkidaşıyla (Rusya ve Suriye) Moskova’da buluşmuştur. Bu, üçlü bir toplantıydı ve 11 yıllık Suriye iç savaşında böylesi bir buluşma ilk defa gerçekleşmişti. 

Ardından, 6 Şubat Kahramanmaraş depremleri sonrasında ise, Türkiye, Suriye ile arasındaki kara-hava sahasını insanî yardım amaçlı olarak açmıştır. Yani depremler, iki ülkenin ilişkilerinin normalleşmesi yönünde trajik bir ivme oluşturmuştur.

Öte yandan Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşmesi pek öyle kolay bir iş de değildi. Ne de olsa Suriye iç savaşı boyunca binlerce kişi öldü ve Suriye altyapısının %70’i yıkıldı. Dolayısıyla Suriye büyük zarara uğradı. Üstelik Türkiye, bütün bu sonuçların ortaya çıkmasında sorumluluğu ve payı oldukça büyük olan bir aktör olarak görüldü.

Ancak yine de Türkiye, sonuçta ulusal ve uluslararası bazı zorunluluklar nedeniyle, Suriye’yle iletişim kurmak durumunda kaldı. Üstelik Türkiye’nin Suriye ile yakınlaşma istenci, Atlantik ekseninde pek destekçi de bulmadı. Nitekim İsrail savaş uçakları 31 Mart 2023 tarihinde yine her zamanki gibi Golan Tepeleri üzerinden geçerek, Şam’a iki kez hava saldırısı düzenlediler. Bu, İsrail’in Mart ayı içinde Suriye’ye yönelik yaptığı beşinci hava saldırısıydı. Saldırı sonucu, bölgedeki İran Devrim Muhafızları (İDM) mensubu bir askerî danışman olan Binbaşı Milad Heydari hayatını kaybetti. İran ise bu saldırıya misilleme yapacağını açıkladı ve gerçekten de, kısa süre sonra, ABD’nin Haseke ve Deyrizor’daki bazı üslerine SİHA’larla saldırdı.

ABD bilindiği gibi bu üsler ve çevresinde, PYD-YPG ile birlikte kontrol kurmuştu. Hatta bölgede Eylül 2022’de ortaklaşa bir askerî tatbikat bile düzenlemişlerdi. Nitekim ABD Genelkurmay Başkanı Mick Milley de, ilk kez (5 Mart 2023) Suriye’nin kuzeyindeki bu üs bölgelerine, Türkiye’nin de tepkisini çeken bir ziyaret gerçekleştirmişti. Ardından da, ABD’nin, PYD-YPG’ye silah-cephane desteği daha da artırıldı.

Suriye’nin normalleşme adımları ise hız kesmeden devam etmiştir. Beşar Esad, Mart ayı ortalarında Moskova’yı ziyaret etti ve oradan Türkiye’ye bazı olumlu sinyaller gönderdi. Nitekim Esad bu ziyareti sırasında şunu demiştir: «Tayyip Erdoğan ile görüşmeye hazırım ama bunun için önce Türk askerinin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesi gerekir».

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ise ona şöyle bir cevap verdi: «Bu yola çıkarken [Türkiye olarak] 3 temel amacımızı ortaya koyduk: terörle mücadele, Astana’daki siyasî sürecin ilerletilmesi ve Suriyeli mültecilerin onurlu bir şekilde evlerine dönebilmeleri».

Bu noktada Erdoğan da şöyle diyordu: «Son terörist, ülkemiz ve milletimiz için tehdit unsuru olmaktan çıkarılana dek, operasyonlarımız sınırlarımızın içinde ve dışında devam edecektir.» 

ABD ise İran’a adeta “1 Nisan sürprizi” gibi bir misilleme yaparak, Deyrizor’daki İDM’ye bağlı gruplara ait tesislere bir hava saldırısı yaptı. Bu, uzun zaman sonra (2017-Şayrat operasyonundan beri) ABD’nin Suriye topraklarındaki ilk operasyonuydu. Operasyonda 8 kişi hayatını kaybetti. Bu esnada bir Amerikan uçak gemisi grubu da, Doğu Akdeniz’de Suriye karasularına doğru yönlendirildi.

Dahası, Amerikan SİHA’ları, 3 Nisan günü İdlib kırsalındaki İran destekli gruplara karşı bir hava operasyonu daha yaptılar. Buradaki unsurlar da, İDM’ye bağlı gruplardı.

Suriye’nin kuzeyindeki bu gerginlikler devam ederken, Suriye, Arap devletleri camiasına yeniden katılım yönünde bazı somut adımlar atmayı sürdürdü. Örneğin, Suriye Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Faysal Mikdat, 1 Nisan (2023) günü Kahire’ye resmî bir ziyarette bulundu ve Sisi rejimiyle ilişkilerini normalleştirmeye çalıştı. Hemen sonrasında 3 Nisan’da Suriye, Irak, Suudi Arabistan ve İran’ın Muskat büyükelçileri, Umman’da biraraya geldiler. Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said ise, 4 Nisan’da imzaladığı kararname ile Şam’a yeniden bir büyükelçi atama sürecini başlattı.

Bu ortamda Türkiye-Suriye ilişkilerindeki normalleşme de aksamadan devam etti. Bilhassa Suriye’nin BM’deki daimi elçisi Beşar Caferi’nin Moskova’ya büyükelçi olarak atanmasından sonra, bu ülke üzerinden bir Türk-Surî yakınlaşması yönündeki arayışlar gözle görülür ölçüde yoğunlaştı. Neticede taraflar, Moskova’da dışişleri seviyesinde istişarelerde bulunma konusunda mutabakata vardılar. Suriye heyeti, artık bundan böyle, TSK’nın Suriye’deki varlığını nitelerken, «işgal» kelimesini kullanmamaya özen gösterdi. Bu bağlamda 3 Nisan günü, bir dışişleri heyetimiz Moskova’ya gitti. Orada 4 Nisan tarihinde, 4 ülkenin dışişleri bakan yardımcıları arasında bir toplantı düzenlendi. Bu 4 ülke; Türkiye, Rusya, İran ve Suriye idi. Türk heyetinin başında, dışişleri bakan yardımcısı Doç. Dr. Burak Akçapar bulunuyordu. Toplantıya Suriye adına ise, dışişleri bakan yardımcısı Eymen Susan katıldı. Toplantıda Suriye tarafı, bilhassa ülkedeki Türk askerî varlığının sona erdirilmesi başlığının üzerinde durdu.

Bu görüşmede genel olarak şu gündem maddeleri ele alındı:

Bu arada Şam yönetimi; Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Cezayir’le de önemli normalleşme adımları attı. Esad, Umman ve BAE’yi peş peşe ziyaret ettikten sonra, diplomatik atağını devam ettirdi ve Suudi Arabistan, Mısır, Cezayir ve Tunus’a da gitti. Esad, bu diplomatik girişimlerinin semeresinin alındığını, Russia Today’e şöyle değerlendirmiştir: «Suriye artık Suudi-İran çatışmasına sahne olmuyor».

Görünen bu gelişmeler karşısında CIA direktörü William Burns’ün (7 Nisan 2023) «Suudi Arabistan’ın İran ve Suriye ile normalleşmesi karşısında, kendimizi gafil avlanmış hissediyoruz» şeklindeki serzeniş yüklü açıklaması ise dikkat çekmiştir.

Bu arada Türk SİHA’larının (8 Nisan günü) Irak’ın Süleymaniye kentinde bir Amerikan konvoyuna saldırıda bulunduğu haberi, gündemde şok etkisi yarattı. Saldırı, Süleymaniye’deki uluslararası hava alanında gerçekleşmişti. Konvoyda 3 Amerikalı subayın yanında “Mazlum Abdi” (ya da “Mazlum Kobani”) kod adlı PKK’lı (YPG lideri) Ferhat Abdi Şahin de bulunuyordu. US-CENTCOM sözcüsü Joe Buccino, The Wall Street Journal’a verdiği demecinde, bu saldırıyı doğruladı. Saldırıda kimse yara almamıştı. Mazlum Abdi, olay sırasında gerçekten de Süleymaniye’de idi. US-CENTCOM komutanı Michael Erik Kurilla, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Partisi lideri Bafıl Talabani ve Mazlum Abdi zaten belli periyotlarla biraraya geliyorlardı. 

Bu arada değinmek gerekir ki, Mazlum Abdi, Öcalan’ın manevi oğludur. 1990’da PKK’ya katılmış, 2012 yılına kadar örgütte üst düzey görevler almış ve 2013’te YPG’nin istihbarat sorumlusu olarak Suriye’ye gönderilmişti. 2015’ten bugüne kadar ise, halen Türkiye’nin «Terörden Arananlar Listesinin» en üst sıralarında bulunmaktadır. İçişleri Bakanlığı ve İNTERPOL tarafından «kırmızı bültenle» aranan Abdi, Türkiye’de TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) adına gerçekleştirilen 8 bombalı saldırının emrini bizzat vermişti. Toplamda 25.000 kişinin öldürülmesi ve çocuk askerler suçlarından birinci derecede sorumlu tutulmaktadır. Bu terörist, Süleymaniye’deki olay sırasında, YPG’li bir diğer isim olan İlham Ahmed’le beraberdi. Muhtemelen bir Amerikan uçağıyla Süleymaniye’ye gelmişlerdi. Burada Bafıl Talabani’yle görüşmüşlerdi.

Bu noktada biraz Bafıl’dan da bahsetmek yararlı olacaktır. Bafıl, KYB’nin efsanevi lideri Celal Talabani’nin (“Mam Cemal”) büyük oğludur. 2017 yılında babasının ölümünden sonra, KYB’nin başına geçmek için kuzeni Lahur’la birlikte hareket etti. Daha sonrasında ise, onu saf dışı bırakarak partinin tek hâkimi oldu. Bafıl, Aralık 2022’de Suriye’nin kuzeyini ziyaret etmişti. Bölgedeki PKK’lılarla arasında birtakım tehlikeli bağlantılar vardı. Orada ABD koalisyon güçlerinin komutanı Matthew McFarlane ile buluşan Bafıl, birlikte Mazlum Abdi’yle görüşmeye gittiler. Bölgeye bu ziyareti sırasında Bafıl, Asya Abdullah ve PYD eş başkanı Salih Müslim ile de görüştü. Ardından Bafıl’ın ismi, 15 Mart 2023’te Kuzey Irak’ın Duhok kentinde düşen «PKK helikopteri» olayıyla yeniden duyuldu. Bu olay, Bafıl’ın bazı kirli ilişkiler ağı içinde olduğunun çok daha net olarak görülmesini sağladı. Bahsi geçen helikopter, Fransa’dan KYB için satın alınmıştı. Bafıl ise bunu PKK’ya hibe etmişti. Düşen helikopteri, o sırada arkadaşı Şirvan Kobani kullanıyordu. Bafıl gibi, o da ABD tarafından eğitilmiş kişilerden biriydi. Düzenlenen cenaze törenine katılan Bafıl’ın, YAT (YPG’nin sözde özel kuvvetler birimi) üniforması giymesi ise tepki çekti. Ama Bafıl hemen sonra, karşımıza Mart 2023’te düzenlenen “2. Erbil Forumu’nda” çıktı. Forumda konuşan Bafıl, «Gelin PKK ile Türkiye’yi barıştıralım; Mam Cemal bunu yaptı, biz niye yapmayalım» diyerek sansasyonel bir çıkış yaptı. Bafıl’ın hayali, Süleymaniye, Kerkük ve Musul’u Erbil ve Bağdat’tan kopartarak, Suriye’nin kuzeyindeki PYD bölgesi ile birlikte ayrı bir Özerk Bölge oluşturmaktı. Bu ortamda ABD ise, Türkiye ile birlikte hareket eden Erbil’e karşı, Bafıl’ı gerektiğinde bir sopa olarak kullanmak istemektedir.

Mazlum Abdi’nin Süleymaniye’ye gelişine tekrar dönecek olursak; bu ziyaretin istihbaratı, Al Monitor’da yayımlanan bir yoruma göre, KYB’ye bağlı Anti Terör Birimi (CTG) içinde bulunan ve Bafıl’dan rahatsız olan bir ekip tarafından Ankara’ya verilmişti. Haberi alması üzerine Ankara, hemen bölgeye bir SİHA’sını yönlendirdi. Bafıl ise, bilginin Türkiye’ye verildiğini bir şekilde öğrendi ve durumu hızlıca Amerikalılara iletti. ABD de bu bilgiyi alır almaz, Ankara’yla temas kurdu ve konvoyun vurulmasını önledi. Yani ABD’nin isteği üzerine konvoy isabet almadı. Türk SİHA’sı, konvoyu kasıtlı olarak ıskaladı. Bu gerçeği, ABD’nin savunma eski bakan yardımcısı Mick Mulroy, North Press’e verdiği demecinde ifade etmiştir. Yoksa Türk yapımı başarılı bir SİHA’nın böyle bir hedefi ıskalama ihtimali yok denecek kadar azdı. Nitekim olayın ardından Pentagon, bu saldırıyı soruşturmaya başladı. Olayın arkasında Türkiye’nin olduğu ise ifşa edilmedi. Sanki DEAŞ’ın bir eylemi gibi gösterildi. Pentagon da, dünyaya şu mesajı verdi: «ABD, DEAŞ’ı tamamen yok etmek için Irak ve Suriye’de kalmaya devam edecektir».

Bütün bu derin mevzuların ötesinde, yeniden Suriye eksenli diplomatik gelişmelere dönecek olursak; 14 Nisan günü, Körfez İşbirliği Konseyi, Cidde toplantısında, Suriye’nin Arap Birliği’ne dönmesi konusunu ele aldı.

Türkiye de, Suriye yönetimi ile resmî temas kurarak, ona Fırat’ın doğusuna ortak bir askerî operasyon yapmayı önerdi. Suriye hükümeti ise, ön şart olarak, Türk askerlerinin Suriye’den çekileceğine dair net bir güvence istedi. 

Bu arada Suriye rejiminin eli güçlendikçe, Cenevre’deki «Anayasa Süreci» de donduruldu. Suriye hükümeti, kendilerine dışarıdan bir anayasa dayatılmasına karşı çıkmaya başladı. Hâlbuki Ankara, Suriyeli mültecilerin geri dönüşü meselesinin hal yoluna sokulmasını, bu sürecin (anayasal ve siyasî sürecin) canlandırılmasına bağlıyordu. Şam’ın ‘geri dönüşler’ hususundaki yaklaşımı ise oldukça netti; bu sürecin önüne kesinlikle bir engel koymuyordu. Günümüze kadar 13 kez af yasası çıkaran Suriye rejimi, bunun için Uzlaşma Merkezleri bile kurmuştu. Dışarıdaki vatandaşlarının geri dönüşü için, “terörden arındırılmış bölgelerin” kurulması da gündemindeydi.

Türkiye ise, diğer Astana ortaklarının (Rusya ve İran’ın) da bu geri dönüş sürecinde rol almalarını istiyordu.

Öte yandan, Suriye’nin Körfez ülkeleriyle ilişkilerinin normalleşmesi ise hızla devam etti. Suudi Arabistan dışişleri bakanı Prens Faysal bin Ferhan el Suud, 19 Nisan günü (savaşın başından beri ilk kez) Şam’ı ziyaret etti. Hemen sonrasında, Suudi Arabistan ve Suriye arasındaki uçuşların ve konsolosluk hizmetlerinin başlatılması kararlaştırıldı. 

Tunus ise, 4 Nisan’da almış olduğu ‘Şam’da büyükelçilik açma’ kararını uygulamaya geçirdi. Böylelikle Şam’daki Tunus büyükelçiliği yeniden açıldı.

Bundan 1 hafta önce de Beşar Esad, Riyad’a gitmişti. Amaç ise net olarak, Suriye’yi Arap camiasıyla yeniden bütünleştirmek idi.

25 Nisan günü, Türkiye-Suriye ilişkileri açısından yine önemli bir adım atıldı. Bu sefer İran’ı da sürece dâhil ederek, 4 ülkenin savunma bakanları (Türkiye, Rusya, Suriye ve İran) Moskova’da ikinci kez biraraya geldiler. Bu 4 ülkenin savunma bakanları ve istihbarat başkanları arasındaki toplantıda, M-4 otoyolu esas alınarak Türk birliklerinin Suriye topraklarından kuzeye doğru ricat etmesi hususu hassasiyetle bir kez daha ele alındı. Üzerinde durulan bir diğer önemli konu ise, Astana ortaklarının 2022 sonundaki Tahran toplantısında kararlaştırdıkları üzere, ABD’nin Suriye topraklarındaki işgalinin sona erdirilmesi mevzuuydu. Nitekim toplantı sonunda kabul edilen Moskova Deklarasyonu’nda; Suriye ülkesinin toprak bütünlüğü, siyasî birliği ve üniter devlet yapısı bir kez daha teyit edildi. Hulusi Akar, toplantının ardından, Suriye topraklarında bir koordinasyon merkezinin kurulması hususunda anlaştıklarını açıkladı. Bu toplantıda Türkiye-Suriye ilişkilerinin ilerletilmesi için bir Yol Haritası hazırlanması da kararlaştırıldı. Toplantı bu anlamda, Türk-Surî normalleşme sürecinin ilk aşamasını hayata geçiriyordu. (devam edecek)

Exit mobile version