Türkiye İsrail ilişkilerinde yeni dönem

Her iki ülke için de kazan-kazan olan bu "status quo ante"ye dönüldüğünün en açık göstergesi diplomatik ilişkilerin karşılıklı olarak büyükelçi seviyesinde yeninden tesis edilmesi yönünde karar alınması oldu.

Doç. Dr. Tuğçe Ersoy Ceylan, Türkiye-İsrail ilişkilerinde karşılıklı atanan büyükelçiler ile sürdürülen normalleşme adımlarını iki ülkenin geçmişten bugüne ilişki dinamikleri bağlamında kaleme aldı.

***

Önce İsrail’in 19 Eylül 2022’de Irit Lillian’ı Türkiye’ye büyükelçi ataması, ardından da Türkiye’nin Şakir Özkan Torunlar’ı İsrail’e büyükelçi atama kararıyla yaklaşık on yıllık diplomatik “küslüğün” sonuna gelindi. Her iki ülke için de kazan-kazan olan bu status quo anteye dönüş hem iki ülke ilişkileri hem de bölge siyaseti açısından önemli bir gelişme. Gerek büyük güçlerin bölgeye dair politikaları gerekse de bölge içindeki siyasi dengeler açısından oyun kurucu olarak nitelenebilecek iki aktörün diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmiş olmasının her iki ülkenin de dış ilişkilerine olumlu yansıyacağını söylemek mümkün.

İsrail’le diplomatik ilişki sürdüren birçok ülke gibi Filistin meselesine dair hususlar Türkiye-İsrail ilişkilerinin şekillenmesinde katalizör görevi görmüştür. Filistin meselesinin çözümüne dair Türkiye resmi olarak iki devletli çözümden yana bir tutum benimseyegelmiştir. Bununla beraber Türkiye, yüz yılı geçkin çatışmada şiddet yükseldiğinde karşısında durmuş, böylesi eylemleri kınamıştır. Öte yandan ise gerek temsil gerekse de hakkaniyet gereği tarih içinde pek çok vakada İsrail ile ilişkileri hilafına olsa da Filistin’i destekleyen açıklamalar yapmış, Birleşmiş Milletler’de (BM) halihazırdaki yetkilerini kullanmaktan çekinmemiştir.

Türkiye’nin bu tavrı hiçbir zaman ikili ilişkileri son 10 yıldaki haline getirmemiş, ilişkiler ne kopmuş ne de kopma noktasına gelmiştir. Peki, ne oldu da bu noktaya gelindi?

Ne olmuştu?

21’inci yüzyılın başından itibaren ikili ilişkilerin seyrinin tedrici bir şekilde bozulmasının ardında Filistin-İsrail çatışmasında artan şiddeti ve Türkiye’nin Ortadoğu siyasetindeki dönüşümü etken olarak anmak mümkün.

İlişkilerin kopmasıyla neticelenen süreci 21’inci yüzyılın başı olarak geniş bir çerçeveye sığdıracak olursak 1993’te başlayan Oslo barış sürecinin tıkanarak çökmesinin akabinde İkinci İntifada’nın patlak vermesiyle artan orantısız şiddet karşısında Türkiye sessiz kalmamış, Başbakan Bülent Ecevit İsrail’in uygulamakta olduğu şiddeti ciddi bir şekilde kınamıştı.

2006 yılında Filistin’de yapılan seçimlerden Gazze Şeridi’nde Hamas’ın birinci çıkması ve Türkiye’nin bu neticenin demokratik bir süreç içinde alınmasından dolayı Hamas’ı meşru kazanan olarak gördüğünü açıklamasından İsrail rahatsız olmuştu.

Hamas’ın varlığını “ulusal bir güvenlik sorunu” olarak gören ve tehdit algılayan İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik operasyonlarının en tepe noktası olan 2008’deki Dökme Kurşun Operasyonu ile binden fazla Filistinlinin öldüğü saldırı sonrasında Türkiye’nin tepkisi çok sert olmuş, ilişkiler hızla kötüleşmeye başlamıştır.

İkili ilişkilerin tabutuna çakılan son çivi ise Türkiye’den yola çıkan “Mavi Marmara” adlı insani yardım gemisine uluslararası sularda İsrail’in müdahalesinin ardından 9 Türk vatandaşının öldürülmesi olmuştur. Bu olay neticesinde Türkiye, Tel Aviv büyükelçisini geri çekmiş, İsrail’den özür dilemesini, ölen vatandaşların ailelerine tazminat ödemesini ve Gazze’deki ablukanın kaldırılmasını istemiştir. Gelgelelim İsrail adım atmamış ve Türkiye, ilişkileri maslahatgüzarlık seviyesine düşürerek tüm askeri anlaşmaları askıya almıştır.

Peki, Türkiye-İsrail ilişkileri hep bu derece ihtilaflı mıydı?

74 yıllık ikili ilişkinin seyri

Türkiye-İsrail ilişkileri tesis edildiğinden beri uluslararası konjonktüre uygun bir seyir izlemiştir. Bununla beraber ikili ilişkiler, Soğuk Savaş döneminde Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki savaşlar ve krizlerin de etkisiyle inişli çıkışlı bir grafiğe sahiptir.

14 Mayıs 1948’de kurulan İsrail’i tanıyan ilk ülkelerden biri olan Türkiye diplomatik ilişkilerini 1950’den itibaren tesis etmiştir. Soğuk Savaş sürecinde her iki ülke de Batı blokunda yer almış ve bu bağlamda Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgesel politikalar açısından önemi haiz Bağdat Paktı’na zarar vermemesi için 1958’de iki ülke Periferi Anlaşması olarak bilinen gizli pakta imza atmıştır. Bu anlaşma ile başta askeri ve güvenlik olmak üzere, diplomatik, ticari ve bilimsel sektörlerde iş birliği kararı alınmıştır.

Bu süreçte 1956’da Mısır’la yaşadığı Süveyş Krizi’nde Türkiye, Mısır topraklarına asker çıkardığı için İsrail’i protesto etmiş, maslahatgüzarlık seviyesine indirdiği ilişkiler ancak yıllar sonra eski seyrine gelmiştir. İsrail’in Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Golan Tepeleri’ni işgal etmesiyle neticelenen haziran 1967 ve ekim 1973 savaşlarında ise Türkiye, Arap ülkelerinden yana bir tutum takınmıştır. Burada hem kamuoyunun hissiyatının dikkate alındığını hem de Kıbrıs meselesi hususunda Arap ülkelerinin desteğinin beklendiğini belirtmek gerekir. 1975’te Türkiye’nin Filistin Kurutuluş Örgütünü (FKÖ) tanıması da bu dönemde ikili ilişkilerin yabancılaşmasındaki etmenlerden biri olmuştur.

1980’de İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhakı ve Kudüs’ün edebi başkent olduğuna dair kararı neticesinde Türkiye bir kez daha Tel Aviv’deki temsilini en alt seviyeye indirmiş, 1982’deki Lübnan işgalini kınamıştır. 1980’lerin ortasında ilişkiler iyileşme sürecine girerken Türkiye bağımsız Filistin devletini tanımıştır. 1989’da İsrail’in BM’de temsilini yasaklayan tasarıya ret oyu vererek ikili ilişkilerin yumuşama sürecine girmesi için adım atan taraf olmuştur.

1990’lı yıllar Türkiye-İsrail ilişkilerinin deyim yerindeyse altın yıllarıdır. 1980’li yılların sonunda dönemin başbakanı Turgut Özal, ABD ile ilişkilerin olumlu seyri açısından Türkiye-İsrail ilişkilerinin önemini kavramış ve bu doğrultuda adımlar atmıştır. 1996’da iki ülke askeri eğitim anlaşması, istihbarat paylaşımı, Türk hava sahasının İsrail jetlerine açılması ve serbest ticaret gibi konularda anlaşma sağlamıştır. 2000’li yılların başına kadar Türkiye-İsrail arasında askeri anlaşmalar ve iş birliği sürmüştür.

İkili ilişkilerin yeniden tesisi

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, 22 Mart 2013’te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayarak Mavi Marmara olayından ötürü Türk halkından özür diledi. 2016’da İsrail’in vefat eden Türk vatandaşlarına ödeyeceği tazminata ilişkin anlaşma kabul edildi ve Türkiye’nin gönderdiği insani yardımlar Gazze’ye ulaştırıldı.

Bundan sonraki en olumlu gelişme, İsrail Başkanı İzak Herzog ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında başlayan diyalog oldu. Bu şekilde atılan ilk adım normalleşmeye yönelik süreci hızlandırdı. Herzog’un mart ayındaki Türkiye ziyareti normalleşme isteğinin her iki tarafta da hasıl olduğunun en açık göstergesiydi. 2008’den bu yana Türkiye’yi ziyaret eden ilk lider olarak Herzog’un kullandığı uçağın üzerindeki “barış”, “iş birliği” gibi kelimeler İsrail’in mesajını kendisinden önce Türkiye’ye iletti. Daha sonra İsrail Başbakanı Yair Lapid’in ziyareti İsrail’in verdiği mesajın ciddiyetini gösterdi. Status quo anteye dönüldüğünün en açık göstergesi ise diplomatik ilişkilerin karşılıklı olarak büyükelçi seviyesinde yeninden tesis edilmesi yönünde karar alınması oldu.

Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçiliğine Şakir Özkan Torunlar’ın atanması kararı İsrail’i de memnun etti. Türkiye-İsrail ilişkilerinin nazik zeminin kaymasını engelleyecek tecrübeye sahip, meslekten diplomat olan ve 1983’ten beri Dışişleri Bakanlığı’nda görev yapan Torunlar’ın Büyükelçi atanması yerinde bir karar olarak nitelendirilebilir. Nitekim kendisi, 2010-2014 arasında Kudüs Başkonsolosluğunu yürütmüş, ülke hakkında bilgi ve tecrübe sahibi bir diplomattır.

Öte yandan, Türkiye-İsrail ilişkilerinin yeniden tesisi Türkiye’nin özellikle Doğu Akdeniz’deki varlığı ve siyaseti açısından önemlidir. İlişkiler koptuktan sonra, bölgede müttefik arayışına giren İsrail bu boşluğu Yunanistan ile doldurmuş; Türkiye’nin bölgede Mısır gibi ülkelerle önceden ittifak geliştirmemiş olması dengeleri bozarak son tahlilde bölge siyasetinden dışlanması tehlikesini doğurmuştur. Türkiye, varlığını gerek Libya ile anlaşma imzalayarak gerekse de KKTC ve Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgelerine dair haklarını koruyarak hissettirmiştir. Ayrıca İsrail’in, kurulduğundan beri en önemli diplomatik başarısı olarak tarihe geçen Abraham Anlaşmaları ile Körfez ülkeleriyle yıllardır örtük bir şekilde sürdürdüğü belli seviyedeki ilişkisini açık diplomatik kanallara oturttuğu sırada Türkiye’nin ikili ilişkileri yeniden tesis ederek bölgesel denklemin dışında kalmamak adına adım atmış olması da önemlidir. Bu açıdan ikili ilişkilerin yeniden normalleşmesi yönünde Türkiye’nin dış politikası ve çıkarları açısından doğru adımlar atılmıştır.

[Doç. Dr. Tuğçe ERSOY CEYLAN İzmir Demokrasi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi]

Exit mobile version