Kıymetli okurlar, artık ülkemizde böyle bir müze var: 26 Eylül 2022’de Ankara Kale semtinde asırlık Anadolu Medeniyetler Müzesi’nin karşısında yeni, fantastik bir mekân açıldı. Kurucusu Şermin Yaşar hanımefendi burayı: “Kelime Müzesi” olarak adlandırdı. Takip edenler bilirler, müzenin açılışı basında, kamuoyunda epey de ilgiyle karşılandı.
Bendeniz, Cumhuriyetimizin 99. kuruluş yıldönümü münasebetiyle Ankara’da iken ziyaret ettim bu yeni müzeyi. Herhalde insanlara çokça ilginç gelmesinin ve belki biraz da yeni açılmış olmasının etkisiyle bu minik müzenin girişinde uzun ziyaretçi kuyruğu vardı. Üç katlı, tarihî bir Ankara evinde açılan müzenin girişinde bizi güzel Türkçemizin bütün selamlama kelimeleri karşılarken; çıkışında veda kelimelerinden bir demet kelimelerle uğurlandık.
Müzenin yapımcıları ilgi çekmesi için kelimeleri çeşitli nesneler, heykeller … ve sair görseller üzerinde muhtelif kelimeleri dikkat çekici bir şekilde işlemişler. Bu yenilikçi desenler eşliğindeki kelimeler, müze ziyaretçisinin ilgisini canlı tutuyor. Mesela, mağazalarda rastlanabilecek türden mankenler üzerine tamamen kelimelerden örülü kağıttan elbise giydirmişler. Gerçek bir gömleği, içinden “Gömlek” sözcüğü geçen onlarca deyim ve deyişle işlemişler: “Deli gömleği, gömlek değiştirir gibi, iki gömlek üstün, kâtibime kolalı da gömlek…”. Bunlardan sadece birkaçı.
Türkçeyi unutma derecesine gelmiş gençliğimizin mutlaka bulunması gereken bir yer bu Kelime Müzesi. Kelimelerin birbirleriyle ilişkileri, akrabalıkları ve zaman içerisinde geçirdikleri dönüşümlerden örnekler sergileniyor: Zırnık kelimesinin arsenikten geldiğini; mis kelimesinin miskle ilişkisini, duvara asılı arsenik ve misk şişelerine bakarak okumuş oluyorsunuz. Müzenin bir köşesi hamam tarzında yapılmış ve dilimizde yıkanmak ile ilgili söz hazinesi bu köşede işlenmiş; suya sabuna dokunuyoruz böylece. Kelime dağarcığımız genişlerken çobanların kullandıkları dağarcığın kendisi de göz önüne serilmiş duruyor orada.
Efendim, mademki konu kelime müzesi, izninizle ben, her iki kelimeye (yoksa “sözcük” mü desem?!) dikkat çekmek istiyorum. İlki, Arapça’dan bin yıldan fazladır almış olduğumuz ve dinimizin, ruhumuzun asli parçası olmuş: “Kelime”; diğeri ise şunun şurasında üç yüz yıldır dilimize Fransızca’dan (Le Musée) geçmiş olan: “Müze” sözcükleri bir tamlama halinde (Kelime Müzesi) karşımıza çıkarılmış oluyor.
Müze kelimesinin bizdeki mâzisi üç yüz yıl önceye, Yirmisekiz Mehmet Çelebi’ye götürüyor bizi. Rahmetli Çelebi, Fransa’ya sefir (elçi) olarak gönderildiğinde yıl 1722’yi göstermekteydi. Yaklaşık bir yıllık o olağanüstü (hem Türkler, hem de Fransızlar açısından) renkli elçiliği sırasında bir sefaretnâme yazdı. Farsça kökenli birleşik bir kelime olan: “Sefaret-nâme”yi şöyle Türkçeleştireyim: “Elçinin Günlüğü”. Önce Sultan III. Ahmet; sonra onun en yakınındaki devlet adamları ve yıllar sonra matbaada basılınca da bizler Elçi’nin Günlüğü’nü okuma imkânı bulduk. Okuduk da ne oldu? Sorusu bana göre çok kıymetlidir. Hemen cevap vereyim: Okuduk ve Batı dünyasına (Fransız kanalından) yelken açtık. İşte, o yelken üç asırdır açık. Bakın, elçimiz bizi müzenin yanı sıra: “Opera, Balo,Park, Şapka…” gibi bir sürü Frenk sözcüğü ile de tanıştırdı.
Ankara’daki Kelime Müzesi’ni bir tarihçi ve karşılaştırmalı dil bilim meraklısı olarak zihnimde yukarıda bahsettiğim bütün sözcükler, tarihler, şahsiyetler, şöyle Doğu’dan Batı’ya; Batı’dan Doğu’ya bir film şeridi gibi geçti. Müslüman toplumbilimci İbn-i Haldun, “Mukaddime” adlı eserinde insanı – dili ve devleti aynı kader etrafında birleştirir. Bu ortak kader onun cümlesiyle söyleyecek olursak şöyledir: “Doğarlar, büyürler ve ölürler!”. Evet, bu kaçınılmaz bir hakikat galiba. Kelimeler de zamanla miadını doldurup, ölebiliyorlar. Yalnız kültürel temelleri güçlü, milli bilinci yüksek insanlardan kurulu devletler kendi resmî /ana dillerini ve o dile ait kelimeleri etkin kullanmakla kalmaz; bunu dünyanın diğer yerlerine de deyim yerindeyse ihraç ederler. Diğerleri ise, anormal bir hızla kelimelerini değiştirirler; sözüm ona: “Modaya uyarlar”! Böyle olunca da çocuk babayı/anneyi; onlar da çocuğu anlamaz hale gelebiliyorlar.
Dediğimi daha iyi anlamak için mesela, şu Bursa çarşısında kısa bir gezinti gerçekleştirmek yeterli sanırım. Bakın, bakalım tabelalarda, camekânlarda ne tür kelimeler ve aslında kimin kelimeleri şehrimizi işgal etmiş? Zamanımızın bir tür tapınakları hüviyetini almış alışveriş merkezlerinde hangi müziklerle efsunlanmış gibi yürüyor gençlik? Baktığımızda, en fazla üç yüz yıl geriye götürülebilecek Batılılaşmanın bizi ne hale getirdiğini görmüş olacağız.
Dilimize ustalıkla, özene bezene, nakış nakış işlenmiş binlerce yıllık kelimelere maalesef her geçen gün veda ediyoruz. Arkadaşla ilgili o meşhur atasözümüze kelime çerçevesinden yaklaşıp şöyle diyeceğim: “Bana kelimelerini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim”! Gerçekten kimiz biz? Yarım yamalak Fransız’la başlayıp; son seksen yıldır İngiliz’e dümeni kırmış bir kitle haline mi geldik? Ben, her şeye rağmen kadim kültürümüzün taşıyıcıları olarak ana dilimizin, ata kültümüzün ve yüce dinimizin kelimelerini yaşatabileceğimize inanıyorum ve bütün hayatımı bu gaye uğrunda sarf etmek istiyorum.
Kelime müzesi olsun ama kelimelerimiz müzeye hapsedilmesin diyorum.